Dilek Ağacı
Diyakoz Elepteri, akşamüstü köyün meydanında durmuş, köylülerle sohbet ediyordu.
Bu Elepteri, geçen ay köy şenliği sırasında kibirli konukların, senin adın neden Elepteri diye dövdükleri Elepteri’ydi. Elepteri için köyün papazı şöyle derdi: İki Elepteri’m olsa, hiç düşünmeden birini boğardım!
Elepteri bir din adamı olmaktan çok bir şarap adamıydı, keyif ve eglence düşkünüydü, su gibi şarap içerdi. Duaları, Kitabı Mukaddes’i tamamen isteksizce, mırıldanarak okurdu. Ama “Mezmurlar”daki o bölümü, “şarap insanın yüreğini ferahlatır” diye yazan bölümü, büyük bir aşkla, büyük bir inançla, sesini yükselterek söylerdi.
Hava kararmadan otlaktan sürü döndü, herkes kendi hayvanını alıp götürdü, köy meydanı boşaldı. Yapacak işi olmayan Elepteri’nin elinde yalnızca zavallı köylü Eliozi kaldı.
-Peki, sen, kederli kardeşim, dedi Eliozi’ye, Veşa pınarının ölümsüzlük suyu olduğunu biliyor musun?!
Diyakoz oradan geçmekte olan kızın, Abdia’nın elinden, ıslak testiyi çekip aldı ve ağzına dayadı. Suyu önce ağzında yuvarladı, sonra kana kana içti. Mutlu ve memnun bir halde sakince sürdürdü konuşmasını: Vah, eğer Veşa pınarının ne olduğunu bilmiyorsan, vah sana!
-Nerede bu Veşa pınarı?
-Karlı dağlarda.
-Neyin ilacı bu, diye sordu Eliozi çekinerek.
-İlaç değil, ölümsüzlük!
-Ölümsüzlük de ne demek?
-Hep hayatta olmak!
Eliozi duraksadı, geri çekildi.
-Hayır, istemem! Bu çaresiz ve zavallı halimle ne yapayım ben ölümsüzlüğü?
-İyi de sana kim veriyor, Allahın garibi! Senin gibiler Veşa pınarına nasıl yaklaşabilir?! diyerek gözlerini devirdi.
Diyakoz, büyük bir şaşkınlık içinde, gücenmiş olarak bakıyordu Eliozi’ye. İncelikten böylesine yoksun kör birine rastladığı için. Kendisinin keşfettiği ölümsüzlük ilacını reddetmişti.
Boşuna sinirleniyordu diyakoz. Eliozi, iflah olmaz bir zavallıydı.
-Öyle, öyle, kapısında köpek olsa açlıktan ölür, derlerdi komşuları. Gerçekten de Eliozi’nin yıkık-dökük sığınağı önünde, içi yeşil sineklerle dolu bir gölet olurdu daima… Paçavralar... Çer çöp… Kir… Açlık… İğrenç yoksulluğun ölümsüzlüğünü neden istesindi zavallı Eliozi?
Yumuşak kalpli bir adamdı Eliozi. Öte yandan tam bir hayalperestti. Yaşamın acımasızlığı onun ruhundaki hayal kıvılcımını söndürememişti. Vahşice üstüne varan gerçeklere karşı kendini, kurduğu tuhaf hayallerle koruyordu.
Önce yumurtlaması için, altın yumurtlayan tavuğu aramıştı çalılıklarda. Sonra köpekbalığı yakalamaya taktı kafayı ve paçalarını sıvayıp bütün gün İori deresinde bekledi: İyice karıştırdı İori’yi, altüst etti, ağ serpti, kanca attı; İori’nin sularını boşalttı, elle yakalamaya çalıştı, ama olmadı, köpekbalığını ele geçiremedi bir türlü.
Sonunda gönlünü, adak ağacını ya da dilek ağacını bulmaya ve meyvelerini yemeye kaptırdı. Bu arzusunun gerçekleşmesi, aynı zamanda zengin olması demekti.
Eliozi şöyle düşünüyordu: Ocağın korkunç soğuk gecesinde ya da gece yarısında eğer ormana gidersem ve gök yarılmasına rastlarsam, o zaman muhteşem çiçekleri olan peri masallarına özgü ağacı görürüm. Bundan daha güzel ne olabilir! O ağaç bir saat içinde yeniden çiçekleniyor, meyveler veriyor. Onun meyvelerini alıp ısırdım mı, iş tamam. Yoksulluk o anda sonsuza kadar yok olur! Bunu ona kim söylemişti, kimden duymuştu, bugün de bilmiyorum! Ne var ki, Ocak gecelerinde, soğuktan gökyüzünün çatlamak üzere olduğu gecelerde Eliozi, gök yarılmasını ve o dilek ağacını görme umuduyla yapayalnız, iki büklüm, sık sık ormana giderdi.
- Issız dağlarda böyle savunmasız dolaşıyorsun, ayıdan korkmuyor musun, ya da kurttan, veya sırtlandan?
Ne var ki Eliozi’nin gözlerinin önünde yalnızca, kırmızı-sarı meyveler vermiş, çiçekler açmış ağaç duruyordu. Bunun dışında hiçbir şeyi görmüyordu. Ne korku, ne de tehlike. Yırtık pırtık giysilerin içindeki vücudu da hayallerle yanıyor, belli ki kavurucu soğuğu hissetmiyordu.
Karısı ve çocukları yalvararak ormana gidişlerini engellemeye çalışmışlardı, ama o bundan hiç vazgeçmedi. Sonunda bu duruma onlar da alıştılar ve umursamamaya başladılar. Hiç değilse dönüşte ormandan odun getiriyordu ve bu da aileyi sevindiriyordu.
-Ne yaptın, Eliozi, dilek ağacını buldun mu, diye sorardık gülerek.
-Henüz değil, ama bulacağım!
-Bu yakıcı soğuklarda, buz gibi ormanda kanın donmuyor mu?
-Bunun senin için ne önemi var?
Bir kış sabahı, soğuğun uluduğu bir gecenin sabahı, kaskatı kesilmiş Eliozi’yi bir salla ormandan getirdiler. Dilek ağacını ararken, ona bakakalmış halde ve umutlar içinde, buzlarla çiçeklenmiş ağacın altında donmuştu.
Aynen böyle oldu…
Eliozi’nin tabutunu, kendisinin yıkık dökük samanlığının tahtalarından yaptılar.
Diyakoz Elepteri, bir kez daha sarhoş oldu Eliozi’nin ölü yemeğinde ve böylece son hayali de gerçek oldu. İkinci gün üzüntüsünü dağıtmak için yalnızca şarap içmeyi düşünüyordu.
Zavallı Eliozi, ne yazık ki gerçeklerden kaçamamıştı ve hayal ağacına kurban gitmişti.
Yalnızca şairler kâğıt üzerinde ritimlerle konuşurlar. Ama dünyadaki pek çok kişi de şair gözüyle, şair kalbiyle ve büyük hayallerle bakar yaşama.
Gürcüceden çeviren: Fahrettin Çiloğlu
Adam Öykü, Eylül-Ekim 2003
--------------------
Giorgi Leonidze (1897-1966), şair ve yazar. Çağdaş Gürcü edebiyatının önde gelen adlarından biri. 1918’de, Gürcü sembolistler topluluğu “Mavi Boynuzlar”ın kurucuları arasında yer aldı. Sovyet döneminde toplumsal gerçekçi şiirleriyle tanındı. Adını bu öyküden alan kitaptaki (Natvris He, 1961; “Dilek Ağacı”) öykülerden oluşturulan senaryo Tengiz Abuladze tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı. Film 1988 yılında İstanbul Film Festivali’nde de gösterildi. Bu kısa öykü, Leonidze’nin Türkçeye çevrilen ilk öyküsüdür.