Türk medeniyetinden bahsederken—tarih olsun, edebiyat olsun, siyaset olsun—aklımıza hemen her alanı kapsayan çok ilginç konular gelir ve böylece Türkiye’nin kültürel varlığının zenginlik hem de çeşitliliğini tümüyle yansıtan somaki mermere benzeyen bir resim gözümüze çarpar. Fakat hiç bir kültürel hayat, bunun gibi üstün ve ehemmiyetli mevzulardan başlamamaktadır. Çünkü medeniyet her şeyden önce, ona şekil veren kişilerle onların kişiliğinden doğan bir sonuç olarak nitelendirilebilir. Bu şahısların toplamına halk denir ve bu halk—bana göre—Türkiye’de yaşayan halk, daha doğru bir deyişle bu halkı oluşturan çeşitli topluluklardır. Umumî bir kültüre sahip olmasına rağmen bu topluluklar yöreye göre temel kültüre çok özel damgalarını vurmuş olabilir.
Öyle bir yörenin, yani özgül kültürel niteliklere sahip bir yörenin mikro kozmosuna dalmak üzere sizinle birlikte bugün bir taşra gezintisine çıkmaya kararlıyım. Gideceğimiz yer Anadolu’nun uzak kuzey-doğu ucunda bulunan Şavşat bölgesidir. Bu gezeceğimiz topraklar sadece Gürcüstan’a sınırdaş bir arazi değildir, uzun zamanlar Gürcüstan’ın sabit bir parçasıydı. XV. yüzyılda ilk olarak Türk hâkimiyetine giren bu ormanla kaplı dağlık bölgeyi tam olarak elde etmek için Türkler önce İran, sonra Rusya ile sürekli güreşmek mecburiyetinde kaldılar. Türkler geldiğinde yörenin nüfusu çoğunlukla Gürcülerle Ermenilerden ibaretti. Ve onların geride bıraktıkları—örneğin kale, manastır, kilise gibi—mimarî eserler günümüze dek o devrenin bir simgesi olan sessiz tanıklardır. Fakat o yörenin kültürel esasları “eski taşlarla” sınırlı değildir, çünkü daha önceki medeniyetlerden arta kalan miraslar içeren biri Hıristiyanlığa, biri İslamiyete ait iki mükemmel uygarlık orada birbirine karışarak olağanüstü bir senteze yol açmıştır.
Bu bireşim süreci sırasında kendini gerçekleştiren kültürel alış veriş, hayatın bütün alanlarını etkileyerek hem maddî hem de manevî kültürde yine bir miras olarak bitmez tükenmez izler bırakmıştır. Bugün dikkatlerinize bunun ilginç bir örneğini, eski bir halk geleneği olarak sınıflandırılabilen berobana’yı sunmak istiyorum. Bu berobana dediğimiz olay Artvin taraflarında artık neredeyse ortadan kalkmaya yakın bir durumda yaşayan bir halk oyunudur. Derleme Sözlüğü’ne göre ise Şavşat’ta “bir çeşit deve oyunu”dur (DS 636a). Bu tarif maalesef çok kıt ve ilk bakışta hiç de açıklayıcı değildir. Oysa daha geniş bilgi, Hayrettin Tokdemir tarafından hazırlanmış olan Artvin Yöresi Folkloru adlı kapsamlı kitapta (1993: 187) yer almaktadır. Buna göreberobana’nın yılbaşı sırasında oynanan eğlendirici bir şenlik olduğunu öğrenmekteyiz.
Adı geçen şenliğin özelliklerini incelemeden önce sözcüğün etimolojik kökenini incelemek faydalı olacaktır, çünkü berobana kelimesine bakınca yabancı bir dile ait kelime olduğu hemen anlaşılmaktadır. Yörenin hem tarihsel hem de dilsel altyapısı dikkate alındığında—tam da beklendiği gibi—dil kaynağı olarak Gürcüce’yi teşhis etmekteyiz. Gürcü dilinde ‘bir karnaval oyunu, maskaralar alayı’ anlamındaki berobana sözcüğü ancak yöresel ve diyalekt (Mesheti) seviyesinde geçen bir terimdir. Yani yazı dilinde bu sözcük kullanılmaz. Onun yerine orada çok benzeri bir sözcüğü bulmaktayız: berikaoba ‘paganlık zamanından kalma bir gelenek; karnaval zamanında hayvan maskeleri takan bir maskara’ (Tschenkeli 79a; KEGL 1: 1034). Söz konusu olan iki sözcüğün biçimsel analizi oldukça kolaydır. İlki, yani berobana iki parçaya bölünür: a) ‘ihtiyar adam’ ya da ‘rahip’ manasına gelen ve eski Gürcüceye kadar götürülebilen GÜRCÜCE ber-i (Abuladze 1973: 31a) ve b) bileşik bir ek olan -obana (-obina). Bu ek ile genellikle isimlerden oyun adları türetilir (b. Corbenadze e.a. 1988: 341, 343), işte birkaç örnek daha:
kor-i ‘atmaca’ —> kor-obana ‘atmaca oyunu’(*1) (Tschenkeli 1576; KEGL 7: 349),
car-i ‘ordu’ —> car-obana ‘bir savaş oyunu’ (Tschenkeli 2432; KEGL 8: 1564) ve
om-i ‘savaş, kavga’ —> om-obana ‘çocukların bir savaş oyunu’ (Tschenkeli 976–977; KEGL 6: 26).
İkinci sözcük, GÜRCÜCE berikaoba da ber-i’nin bir türevidir. Geri kalan -ikaoba bölümü de yine iki ekten kuruludur: küçültme eki olan -ika ile soyut adları oluşturan -oba eki (b. Corbenadze e.a. 1988: 230, 339).
Türkiye – Gürcüstan, Şavşat – Ahaltsihe
Artık oyunun özelliklerine geçebiliriz. Berobana ile ilgili üzerinde durmak istediğim iki kaynağım var, biri az önce zikrettiğim folklor kitabında yer alır, öbürü ise 1932 senesinde Karpet Dondua tarafından yapılmış olan bir alan çalışmasıyla ortaya konan Gürcüce bir metindir.
Peki, önce Türkiye’de kalalım. Dünyanın her tarafında olduğu gibi Şavşat’ın dağlarında da yılbaşı çok neşeli ve curcunalı bir hava içinde geçirilir. Hemen hemen bütün Doğu Pontus’un kırsal bölümlerinde olduğu gibi yılbaşı Ocak ayının 13’üncü gününü 14’üncü güne bağlayan geceye rastlar. Halk arasında “eski hesap” ya “köy hesabı” diye tanınmış olan Rumi (Julian) takvimine göre o gecede başlayan yeni yılın ilk ayı yöresel ağızlarda Zemheri (Borçka, Yusufeli), Boyuk ay(Hemşin), Yeniyıl (Güneysu, İkizdere) ya da Kalandar (Akçaabat, Tonya, Maçka) biçiminde adlandırılır (b. Öztürk 2005: 358–359).
Yılın son gününde halk ailece toplanır ve hem yılbaşı gecesi için hem de yılbaşının ertesi gününe yönelik gerekli hazırlıkları yapar. Tabiî ki, beraberce namaz kılma, dua etme ve Kuran-ı Kerim okuma gibi kutsal vazifelerin yanı sıra yılbaşı gecesinde ekseriyetle dünyevî eğlenceler ön plana geçer. Maddi imkânlarına göre bol miktarda lezzetli yemek ve çok çeşit tatlılar yenir. Ayrıca börek ile baklava altına madenî paralar saklanır. Kim kendine düşen dilimde öyle bir sikkeye rastlarsa kısmetli bir kişi sayılır. Eski yılın son gününde hedik denilen geleneksel bir yemek de hazırlanır. Artvin bölgesinde hedik—en basit yapılış tarzıyla—tuzlu mısır haşlamasıdır, (*2) eğer evde varsa ceviz, nohut gibi başka malzemeler de ilave edilebilir.
Yılbaşı günü aile erken kalkar. Kadınlardan biri, sabah namazını takiben güğümleri alır, birkaç şeker ve akşamdan hazırlanmış olan hediği alıp pınara gider. Hedik ile şekerin bir kısmını suya attıktan sonra güğümlerine su doldurup eve döner. Döndükten sonra hediğin gerisini evin önüne serper ve ahıra iner, çünkü yılbaşı sırasında hayvanlara da daha iyi bakılır, daha çok yem verilir. Kadıncağız oradaki işlerini bitirdikten sonra kalan şekerleri evdekilere dağıtır ve nihayet pınardan getirdiği suyu ev ile ahırdaki hayvanlara serper. Yılbaşı günü evin ayaklanması önemli sayıldığından dolayı, eve daha dışarıdan birileri gelmeden önce aileden biri sabah kahvaltısından sonra yörenin ağzında köm (kom)(*3) denilen koyun ahırına gider. Oradan bir koç—mümkünse beyaz bir koç—getirir ve sene boyunca uğur getirsin diye hayvanı evin içine sokup ev ayaklattırılır.
Fakat yılbaşının en sevinçli ve eğlendirici olayı, âdeta onun ışıldayan incisi, berobana şenliğidir. Bu şenliği hazırlamak üzere yılbaşı yaklaşınca köydeki “delikanlıların başı” arkadaşlarını kendi yanına çağırır. Gönüllü oyuncular bulduktan sonra aralarından başrolleri oynayacak kişiler seçilir. Oyuna sadece köyün erkekleri katılabilir, dolayısıyla bir tane bile kız katılamadığı için gelinin rolünü oynayan çocuk da, sadece bir gelinlik kıyafeti giydirilmiş bir oğlan çocuğudur. Zaten aktörlerin şatafatı berobana’nın en önemli özelliklerinden biri sayılır. Oyunun başarılı sayılabilmesi için uygun maske ve kıyafetler ile bir de bir deve aldatmacası lazımdır. Bütün bu şeyleri zamanında yapabilmek için gençlere sık sık ana babalarının hem de köydeki tecrübeli ustaların yardımı gerekir. Tabiî, berobana güzel bir eğlence olsun diye herkes de elinden geleni yapar. Oyuncu topluluğu umumiyetle altı soytarı, yapmacık deveyi canlandıran iki-üç genç ile bir deveci, cindardedikleri bir müneccim(*4), bir kâtip ve nihayet bir gelin ile cilimili denilen çok gösterişli ve komik kıyafetlere giydirilen beş altı daha küçük çocuktan ibarettir.
Berobana oyunu çok sahneli bir alaydır, demek ki kadromuzun belirli küçük gruplar halinde bütün köyü kapı kapı gezmesi gerekecektir. Bir eve vardıklarında kapının önünde hemen şamata, kahkaha başlar. Gelin “efendi” mesela davul-zurna havalarıyla oyun oynar, dans eder. Aynı zamanda soytarılar da kendilerine en yakışan biçimde soytarılıklarına başlarlar, hem de en “ciddi” vazife olarak gelini korurlar. Çünkü gelin dışarıya kaçırılırsa oyunculardan ceza olarak büyük bir “haraç” istenir.
Müneccim de sırasıyla köyün evlerini gezip kapıların önünde ev sahiplerinin falına bakar. Arkasında duran ve uzun bir iple hem kendisine hem de kendi kendilerine bağlı olan cilimilitakımına arada bir “Öyle değil mi ya cilimili?” diye sorar. Onlar da “Belii... Belii” diye patronuna hak vererek yanıt verirler. Şimdi sıra kâtiptedir. Cindar’in ev sahibinden istediklerini yazar. Bu talepler çok yüksek ve aykırı şeylerdir. Örneğin müneccim on üç okka yağ, üç yüz tane yumurta, bir çift çarık, yedi tavuk, “onyedi çiçhol furuç”, “üç god kak” (*5)gibi kalemler yazdırır ve her talebinin ardından “onu yazdın mı?” diye sorunca kâtip usulca “yazdım” der. Beliğ cindar’ın tuhaf ve abartılı taleplerini kimse yerine getiremez, zaten oyunun amacı da bu değildir. Fakat ev sahipleri genellikle oyunculara bahşiş olarak ya para ya un ve şeker gibi gıda malzemeleri verirler.
Şimdi de deveye gelelim! İki-üç oğlan bu gizemli deve aldatmacasını omuzlarına alarak taşırlar. Deveyi evden eve gezdiren deveci, deveye binmek isteyenleri kovmaya çalışır. Ancak “köyün hatırı sayılır kişilerine”, âdeta onları şereflendirmek amacıyla deveye binme hakkını tanır. Onlar da karşılık olarak biraz harçlık verirler.
S. Burhanettin AKBAŞ fotoğraflarından “Deve oyunu”
(www.fotograf.web.tr/user.php?nick=659832)
Ayrıca soytarılar rast geldikleri bir kişinin önünde özel ve çok kurnaz bir temsil verirler. İlk önce aptalca hareket ederler, sonra onlardan biri baygınlık numarası yaparak kendini tam o kişinin önünde yere atar. Ahbapları onu görünce koşarak yaklaşır ‘n’oldu, niçin arkadaşımızı bayılttın’ şeklinde sorarak olaya karışırlar. Ne de olsa, maksat biraz para koparmaktır. Çünkü sonraki kişi, bayılmış yatan soytarının ağzına biraz para sıkıştırınca, o—sanki bir şey olmamış gibi—ayağa kalkar ve “bahşiş veren kişiyi kendi, özgü biçimde selamlar”. Delikanlılar, oyundan kazandıkları para ve öbür kazançlarla oyun sonuna doğru kebap, bişi(*6), lokum gibi lezzetli ve tatlı yiyecek alarak kendi aralarında harafana(*7) dedikleri başka bir eğlence düzenlerler. Hayrettin Tokdemir’in verilerine göre Şavşat’taki bir berobana budur. Şavşat’tan hava yoluyla yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta olan Ahaltsihe bölgesini ziyaret etmek üzere şimdi Gürcüstan’a geçeceğiz. Daha önce yukarıda kısaca zikrettiğim gibi tanınmış Gürcü bilim adamı Karpet Dondua 1932 senesinde Arali köyünde dil malzemesini toplarken berobana ile ilgili bir parçayı bir köylünün ağzından duyarak kaydetmiştir. Köylünün eğitimi olmadığından anlattıkları bayağı karışık ve oldukça zor anlaşılır. Yine de Gürcüce bu metnin serbest hem de köylünün lâubali ağzının özelliklerini azca yansıtan bir çevirisini size şurada sunmak istiyorum (Dondua 1967:347–348):
(Bizim papaz) “Haftaya büyük perhiz zamanı (başlar)” diye ilan etti. Peki, şu anda karnaval (maslenica). Karnaval haftasında kada(*8),...işte biliyorsun, salam ve jambon gibi şeyler yeriz.Kada pişiriyoruz, nazuki(*9) ve başka bir şey (de vardı) ... eeh işte, şakarlama da pişirilir. Tabiî, bu olmadan olamaz. Altı gün bol bol keyif. Akrabalar birbirlerini ziyaret eder, yemek hazırlar ve kutlarlar: Keşke tanrı bize rahat bir yıl verse ve keşke biz bu sene zarar görmeden geçirsek! O altı gün geçti mi, herkes berobina için süslenir püslenir. Berobina demek, herkes Laz gibi giyinir. Biri kadı olur, biri moruk. Moruk’a bir şey konmuş, gagalları (yumurtaları) görünür. Elinde kamçısı var, halkı kovarak kimseyi kendisine yaklaştırmıyor. Kadı’nın giysisi... onlar gibi, yani eski zamanlarda bekçi başı vardı yaa, işte! Sakal da bırakır, Ruslar gibi. Sırtında güzel şeyler, başında bir fıçı, sanki reis imiş. Cari-sepetine(*10) oturtulur. Biri önüne getirilirse “Çarçabuk, bu kadar marçili getir, bu kadar kuruşi(*11), yoksa esir alıyorum seni!” diye emreder.
Fakat ona (yani kadıya) ne olur? ... Başına su dökülür ki, sanki bir yağmur kopar. Nihayet, oyun sona erdiğinde filan, ona banyo yaptırırlar ve sular sel gibi akar. Gizlice ona yaklaşırlar, o görmeden suyu kafasına dökerler. Hepsini kabullenmesi gerekir, böylece yıl uğurlu sona erer, barış içinde, tabiî bunlara hiç kızmaması da lazımdır. Onların beraberinde Acaralılar da olur, üç-dört kişi. Bunlar çırılçıplak ve kömürle karalanmış. Çamurda dururlar. Tüfekle çakıltı yapar, “Çabuk, para, Allaha yemin ederim, seni geberteceğim, yok edeceğim seni” diye tehdit ederler. Biri bir abazi(*12) verir (Acaralılara), başkası istediği kadar hem de güler. Zaten hemen vermezler, eziyet görür, biraz eğlenelim diye düşünürler, çünkü. Acaralılar her türlü şey ile pullanmış: mesela ölü bir saksağan kuşu, ıvır zıvır, deri sandalları, yırtık sandallar ve hançer gibi şeylerle. Acaralılardan üç-dört herifboşa gibi giyinmiş. Un da toplarlar, her çeşitten. Erkekler kadın kılığına girmiş. Bir taşharbuli (eleği)(*12)yoksa ekmek pişirilmez.(*14)
Artık bu iki tasvire dayanarak berobana’nın kısa ve geçici bir değerlendirmesine geçmek istiyorum. Az önce tanımladığım berobana şenlikleri ilk bakışta birbirine hiç benzememektedir. Fakat daha ayrıntılı baktığımızda bazı benzerlikler ortaya çıkmaktadır. Metin And’ın köy oyunlarıyla ilgili bir tasnif denemesine göre berobana’nın, mevsime bağlı ve belirli günlerde oynanan bir oyun olarak “Yılbaşı ve Yılsonu Oyunları” kümesine konması mümkündür. Ahaltsihe’de bu şenlik günümüzdeki yılbaşı ile denk gelmemesine karşın “Keşke tanrı bize rahat bir yıl verse” vb. dilek ve kutlamalar yılbaşıyla bir ilişkisi olduğunu sezdirmektedir. Gregorian takvimine dayalı bugünkü yılbaşımız ne kültürel ne de dinî kökenlere bağlı olmayan, tamamen istemli bir tarih belirlemenin sonucudur. Taa paganlık zamanlarına ait bazı kültürlerde olduğu gibi Hıristiyan dünyasında da çeşitli yılbaşı uygulanma gelenekleri ve üslupları vardı. Kimi takvimlerde yılbaşı güze ya da Noel zamanına düşmekte, kimilerinde ise bahara düşmektedir.
Türkiye’nin geleneksel hayatında da bir tek yılbaşı olmuyor, çünkü “özellikle toprağa ve hayvancılığa bağlı köylü için, birçok takvimler ve dolayısıyla birçok yılbaşları ve yılsonları bulunmaktadır” (And 1985: 114). Zaten ilkbahar çok tılsımlı bir dönemdir: Durgun ve hareketsiz geçen soğuk kış mevsiminin sonu ile doğanın yeniden uyanmasına bağlı olan köylü hayatının canlanması arasında bir sınır taşıdır. Yani, ilkbahar nasıl olursa olsun yeni bir başlangıç demektir. Gürcüstan’daki berobana olayı—sadece mevsim bakımından değil—tam Rusların Mart ayında kutlanan ‘maslenitsa’ (“yağ haftası”) dedikleri karnaval şenliklerine denk gelen bir törendir. Maslenitsa geleneği de esasen paganlık zamanından kaynaklanan, sonra da Hıristiyanlığa uyarlanan bir törendir; 14üncü yüzyıla değin de Rusya’da yeni yıl Mart ayında kutlanmıştır. Yılbaşının ya da ilkbaharın gelmesiyle coşkunlaşan hayat mutluluk içinde başlarsa, bu mutluluğun yıl boyunca kalıcı olacağına inanılır. Ona göre herkes yılın başlangıcında eğlenmeye çalışır ve oyunlar da ona yardımcı olur.
Berobana’nın oyunun bir başka özelliğinin de çok değişik temsillerden ibaret oluşunda görüyoruz. Bu temsillerin çoğu bize pek yabancı gelmez. Orta Doğu’nun hemen hemen her yöresinde Kadı Oyunu, Deve Oyunu, Efe Oyunu, Kız Kaçırma Oyunu gibi köylü oyunları bulunur. Fakat bunların bizim berobana şenlikleriyle uyan ya uymayan unsurlarını burada ince ince tartışmak mümkün değildir. Yine de, örnek olarak bir-iki motifi vurgulamak istiyorum. Ayrıca Köse Oyunu ileberobana’nın arasındaki bazı benzerlikler göze çarpmaktadır, mesela:
Motif 1: Kadı ilk başta emreder, hükmeder, sonra aşağılanır.
Metin And’ın incelemesine göre (1985: 129) kral, şah, emir, kadı gibi karakterler burada eski yılın bir simgesidir, öyle bir kişinin “geçici bir süre için her dediği yerine getirilir ... ama süresi dolunca aşağılanır, kovulurlar”. Yani, “simgesel eylem eski yılın kovulması, yeni yılın gelişinin sağlamlaştırılmasıdır”. Ve yeni yılın uğurlu olacağının sağlamlaştırılması için bizim kadı başına gelen bütün eziyetleri sessizce ve fedakâr bir şekilde kabul etmelidir. Gürcüstan’daki berobanaumumiyetle İran ve Azerbaycan’da temsil olunan köse oyunlarına daha çok benzer: Köse orada—tam bizim kadı veya Acaralılar gibi—acayip şeyler giyer. Kafasına örneğin “uzun süslü bir başlık” (And 1985: 130) veya “yarım metre boyunda bir keçe külah geçirir. Üzerinde ziller asılıdır, göğsüne ıvır zıvır oyuncaklar koymuştur”. Elinde sopa olur ve “pantalonuna erkeklik organının önüne yumurtalarını belirtecek iki yuvarlak soğan ve bunların ortasına da bir hortum gibi yün? Bükülerek yapılan bir nesne konur” (137).
Motif 2: Bayılan soytarı para ile uyandırılır.
Bu olay, dünyanın birçok kültüründe yaygın olan ölüp-dirilme türü oyunlarının çok basit bir çeşididir. Hem üzüntü hem de sevinç yaratıcı bu oyunların kökenleri de en eski uygarlıkların mitolojik dünyasında yatmaktadır. Berobana’nın Şavşat türüne yakın temsillere yine İran’da rastlıyoruz. Orada soytarı değil, köse bir kapıya geldiğinde bayılmışçasına yere yatar. Evin sahibi un, pirinç, fındık gibi ürünler ya da para verdikten hemen sonra köse canlanıp dirilir. (bk. And 1985: 137).
Dipnotlar:
*1- Korobana oyununda atmaca rolünü oynayan bir çocuk, bir tavuğun civcivlerini kapmağa çalışır.
Fakat tavuk yavrularını koruyarak ona karşı çıkar.
*2- TÜRKÇE hedik (~ hadik, hatik, hedük vs.) “haşlanmış buğday, bulgur, mısır, nohut vb. şeyler”
(DS 2327). Türkçenin Anadolu ağızlarında çok yaygın olan bu terimin etimolojisine bakınca
Ermeniceden kaynaklı olduğunu görmekteyiz: ERMENİCE hatik, hadig ‘tane, habbe’ (bk. Blasing
1992: no. 65; Dankoff 1995: no. 415)
*3- TÜRKÇE kom (~ gom, köm, göm vs.) “(küçük) hayvanların barındıkları yer, ağıl” (DS 2099,
2146, 2221, 2913). Daha önceki hedik gibi bu terim de Ermeniceden bir alıntıdır: ERMENİCE gom,
kom ‘ağıl’ (bk. Blasing 1995: no. 43; Dankoff 1995: no. 109)
*4- GÜRCÜCE (Acara şivesi ve İnebolu-Türkiye) dzindar-i ‘falcı’ (Nijaradze 1971: 445a;
Putkaradze 1993: 685a). Bu terim esasen TÜRKÇE cin (ARAPÇA cinn) ile -dar (FARSÇA dar ‘malik
olan, tutan’)’dan ibarettir. (cinder; bk. Tietze 2002: 448b).
*5- Yöre ağzına ait olan sözcüklere (italik yazı) tek tek bakalım: TÜRKÇE çiçhol ‘ceviz,
armut, incir gibi meyvelerin ipliğe dizilmiş hali’ (Tokdemir 1993: 637a) GÜRCÜCE ‹?›; TÜRKÇE
furuç (furunç, fırıç) ‘fırında kurutulmuş armut’ (DS 1880a, 1855a; Tokdemir 1993: 642a) krş.
GÜRCÜCE (Acara şivesi) puruc-i ‘kış zamanında hoşaf yapılacak armut ve başka meyvelerin kakı’
(Nijaradze 1971: 349a); TÜRKÇE god (kod) ‘on altı kilo buğday alabilecek büyüklükte tahtadan
yapılan kulpsuz külek’ (Tokdemir 1993: 652b) GÜRCÜCE kod-i ‘tahıl ölçeği’ (Blasing 1995: 78)
*6- TÜRKÇE bişi (çörek, bayramlarda yapılan yağlı, tatlı ekmek, saç ekmeği’ (DS 705); bk.
Tietdze 2002: 356b)
*7- TÜRKÇE (mahallî) harafana ‘şölen’ (DS 2282b)
*8- GÜRCÜCE kada “Art Geback mit einer Füllung aus Mehlschwitze” (Tschenkeli 1531a; KEGL 7: 237)
*9- GÜRCÜCE nazuk-i ‘tandırda pişirilen tereyağı ve süt katarak hazırlanan bir ekmek çeşidi’
(Tschenkeli 907b; KEGL 5: 1290)
*10- GÜRCÜCE dzar-i ‘mısır, üzüm gibi ürünleri nakletmek için arabalara konan büyük bir sepet
türü’ (Dondua 1967: 381a; Tschenkeli 2056b)
*11- İki eski para birikiminin adları: GÜRCÜCE marçil-i ‘değeri 30 ile 100 kopek arasında
bulunan bir para’ (Dondua 1967: 373b; Marr 1911: 82b; Tschenkeli 722a) ve quruş-i ‘değeri 40
kopek olan Türk para birimi (kuruş)’ (Dondua 1967: 379b; Tschenkeli 1741b)
*12- GÜRCÜCE abaz-i ‘değeri 20 kopek olan eski gümüş para’ (Tschenkéli 1a; KEGL 1: 52)
*13- GÜRCÜCE (mahallî) taşharbul-i ‘tahil taneleri ve onların arasındaki taşlar ayırmağa yarayan bir elek çeşidi’ (Dondua 1967: 377a); bu sözcüğün esası TÜRKÇE taş kalburu’dur.
*14- berobina [Gürcüce metnin orjinalı; Dondua 1967, 347–348]
.....gamoatsxadams: marxva amomaval kviraşia. qverieli... im ert kviraşi kada. xo itsi, kupeti, apoxti...gamoatsxamt kadas, nazuk, kido sxva rame... imasa, şakarlamas gamoatsxoben... diax, ar şeidzleba [igulisxmeba: umisoba]. im ekvs dğeşi keipi, ertmanettan tavisi moketiebi mivlen da sadil gaadzskoben da moulotseben: ğmertma şvidobis dzselidzsadi dagvibrunoso, uzianot dagvasdzsroso. ekvsi dğe romdatavdeba, maşin şeikmazebian berobinas. berobina is aris, roma lazurat moikmazebian. qadi ikneba, berei ikneba. bersa şedzsqobili akvs şignidan kaklebi, ... tulo akvs dagrexili da xalx rekams, ar uşobs. qadi çaitsvams imata... dzsindzsin rom desetnikebi iqvnen... ese dzsver gaişveben (sits) rusebevit. karkataa çatsmuli da tavze kasri axuria, vitamts rom, rağa, umprosia. dzarze daacduneben. kats ro miiqvaneben: “male amdeni marçili unda moitanoo, amdeni quruşi (tatruli paraa), tvarem dagatqviebo”. masgas imas izmonen... gadaasxeben dzsqal kats (qad) tavze, rom itsumoso. bolo xanebşi rom datavdeba seiri, rame, abaneben—ru ikmneba. miearebian, is ver uqurams, da tavze gadaasxeben cdzsqal. i sekme unda içurtos, ar unda gabrazdes, rom karka gatavdes, şvidobianat dabrundes dzselidzsadi. tan magattan acharlebits ikmnebian sami-otxi. ikmnebian sul titvelebi da saltat (sul) gamuruli ikmnebian naşxerit. tlapoşi arian. top açxakunebs (“açxakunebs”—metkvi!): «male puli memetsit, tvara, vallaj-billaj, moklamo, gagdzgibamo». zogi abaz mitsems, zogi tavisi survilit—da tan itsinis. utseb ar mistsems, ağamams (= atsuxebs), rom patara vixadiloo. “acharlebs” akvanan çamokiduli kachkachi (kvdari), dzvelebi, kalamnebi, çxanki (glaxa kalamania), xancali. sami-otxi boşat ikmneba acharlebtan, isinits kbil-mil hkrepen; katsebi arian kalurat çatsmuli. taşxarbuli tu ar aris, purs ar gaaketams, suptaa (taşxarbuli satseria, me gaçvenam.
Kaynaklar:
Abuladze, Ilia (1973), dzveli kartuli enos leksikoni ‹Slovar' drevnegruzinskogo jazyka›, Tbilisi.
And, Metin (1985), Geleneksel Türk tiyatrosu, köylü ve halk tiyatrosu gelenekleri, Ankara.
Blasing, Uwe (1992), Armenisches Lehngut im Türkeitürkischen am Beispiel von Hemşin, Amsterdam & Atlanta.
Blasing, Uwe (1995), Armenisch - Türkisch, Etymologische Betrachtungen ausgehend von Materialien aus dem Hemşingebiet nebst einigen Anmerkungen zum Armenischen, insbesondere dem Hemşindialekt, Amsterdam & Atlanta.
Dankoff, Robert (1995), Armenian Loanwords in Turkish, Wiesbaden.
Dondua, Karpez (1967), “Mesxskij govor gruzinskogo jazyka”, Rcheuli naşromebi (1, 341- 383), Tbilisi.
DS (1963–82), Türkiye’de halk ağzından derleme sözlüğü, I- XII, Ankara.
KEGL (1950–64), Kartuli enis ganmartebiti leksikoni ‹Tolkovyj slovar’ gruzinskogo jazyka›, 1–8, Tbilisi.
Marr, Nikolaj J. (1911), Dnevnik poezdki v Şavşetiju i Klardjetiju, S. Peterburg.
Nijaradze Ş. (1971), Kartuli enis acharuli dialekti, leksika ‹Adjarskij dialekt gruzinskogo jazyka,
leksika›, Batumi.
Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz ansiklopedik sözlük, 2 cilt, İstanbul.
Putkaradze, Şuşana (1993), Çveneburebis kartuli ‹The Georgian Language of “Chveneburebi” in
Turkey›, Batumi.
Tietze, Andreas (2002), Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı ‹Sprachgeschichtliches und etymologisches Wörterbuch des Türkei-Türkischen›, I (A-E), İstanbul & Wien.
Tokdemir, Hayrettin (1993), Artvin yöresi folkloru, Ankara.
Tschenkeli, Kita (1965–74), Georgisch-Deutsches Worterbuch, I-III, Zürich.
Corbenadze e.a. (1988), Kartuli enis morpemebisa da modaluri elementebis leksikoni, Tbilisi.
Nesip keskin 5 Yıl Önce
Onbaşoğlu gurcu soy ısım ne bılen varmı bi arkadas bana ATMITAVRISVİLİ dir dedı doğrumu