İsmail YERGUZ
Gürcü romantik şiirinin öncüsü:
Nikoloz Barataşvili, Gürcü romantik şiirinin ilk ve en büyük şairidir. Onun şiirinin önemi ve büyüklüğü ne kullandığı dilden, ne yaşadığı dönemden, ne de bu şiirlerin sayısının az oluşundan gelir. Barataşvili’nin önemi ve büyüklüğü, insan yüreğinin en derin yerlerine kök salmış duyguları zamanın ve dilsel engellerin sınırlayamayacağı bir biçimde dile getirmiş olmasıdır.
Aristokrat bir aileye mensup olan Barataşvili, 15 Aralık 1817’de doğdu. Ailenin başına gelen birtakım talihsizlikler ve maddi güçlükler çocukluk yaşamını büyük ölçüde etkiledi. 1827’de soylu çocukların okuduğu bir okula girdi. Çok değerli bir pedagog olan, Petersburg’da öğrenim gören ve Hegel felsefesi üstüne Rusça bir kitap yazan Dodaşvili’nin eğitiminden geçti. Dodaşvili onun yeteneklerini keşfetti ve iyi bir şair olmasında büyük ölçüde etkili oldu.
Barataşvili öğrenimini tamamladıktan sonra uzun yıllar devlet memuru olarak çalışmak zorunda kaldı ve henüz yirmi sekiz yaşındayken yakalandığı bir akciğer hastalığından kurtulamayarak 1845 yılında öldü.
Sağlığında yayımlanamayan şiirleri ölümünden ancak yirmi yıl sonra bir araya getirildi ve Tsiskariadlı dergide basıldı ve Barataşvili dönemin en büyük şairleri arasındaki yerini aldı. 1890’da Nikoloz Barataşvili’nin küllerinin Gence’den Tiflis’e nakledilmesi büyük bir ihtişam içinde gerçekleşmiştir.
Nikoloz Barataşvili’nin şiirini anlayabilmek için 19. yüzyılın ilk yarısında Gürcüstan’ın ve Rus imparatorluğunun durumunu bilmek gerekir. Çok eski bir uygarlığa sahip olan Gürcüstan sürekli İran ve Osmanlı istilasına uğramış ve 18. yüzyıl sonunda imzaladığı bir anlaşmayla Rusya’nın himayesi altına girmiş, böylelikle aynı zamanda da Avrupa’ya yaklaşmıştı. Ama 1801’da bütünüyle Rus imparatorluğunun egemenliğini tanımak zorunda kaldı.
1825’den itibaren tüm imparatorlukta vedolayısıyla da Gürcüstan’da çok karanlık bir dönem başlamış, her türlü özgürlük düşüncesi şiddetle bastırılmış ve acımasız bir sansür uygulanmıştır. Dalgaları bütün Avrupa’ya yayılan ve Rusya’yı tehdit eden Temmuz Devrimi’nden sonra çar Avusturya ve Prusya’ya Fransa’da düzenin sağlanması amacıyla elli bin asker gönderir; Kafkasya valiliğinden henüz ayrılmış olan General Paskeviç, Polonyalı yurtseverlerin ayaklanmasını acımasızca kan dökerek bastırmıştır. Bu dönemde Gürcüstan’da, 1832’de Rus Dekabristlerin ve Polonyalı yurtseverlerin etkisiyle bir ayaklanma girişimi başlamış, ancak hareketin önderleri ele geçirilince eylem başarısızlığa uğramıştı.
Bu olaylar Barataşvili’nin de yaşamını karartıyordu. Çocukluğu ve gençliği maddi güçlükler içinde geçtiğinden kişiliği yaralanmıştı. Tüm zorluklara rağmen dönemin soylu çevrelerine girmiş, Tiflis’teki görkemli gecelere ve toplantılara katılmış, dönemin ileri gelenleri, ünlü şair ve yazarlarıyla yakın ilişkiler kurmuştur. Ne var ki Barataşvili’nin bu toplantılardaki neşeli ve canlı tavırları, yaşama bağlılığı aldatıcıdır. O kendi ölçülerine göre bir şöhreti özlemiş, bir aşkı yaşamak istemiş ve sürekli bir mutluluk açlığı içinde olmuştur.
Dünyaya açılamama, gerçeklikten yoksun olma, olaylara hakim olamama doğal olarak duyguları özel bir biçimde coşturur ve bütün lirik şairlerdeki o "çılgın aşk"ı canlandırır; bu nedenle Barataşvili’in şiirinde aşka susamışlık ve ruhun acılı yalnızlığı iç içe geçmiştir. Barataşvili’de doğayla uyuşma Rustaveli etkisini akla getirir. Şairin yüreğini derinden etkileyen özellikle Baudelaire’e özgü gece, o yürüyen gecedir. Barataşvili bu ayrıcalıklı anlarda, gece sessizlik içinde onu seyrederken, kendisini dünyadan soyutlanmış, aşktan ve sevgiden yoksun, yaratıklardan ayrı hissetmez.
Şairin zevk aldığı yalnızca geceyle birleşmek değildir; ışığa doğru büyük bir çağrı, özgürlük ve başkaldırıya doğru bir çağrı yükselir şiirlerinden ve insanın çektiği acıların boşuna olmadığını, bu acıların dünyanın tanınmasının verdiği sarhoşluğa götüren bir yol olduğunu haykırır o. Gelecek ve ilerleme mücadelesine dönük olan Barataşvili’nin romantizmi, insana yalnızlığını aşmak için cesaret aşılamakla yetinmez, uçurumları aşmak, kargaların çığlıklarına ve rüzgârların uğultularına meydan okumak için yol gösterir:
Yararsız bir kurban olmayacağım
Açılan yol silinmeyecek çünkü;
Yarın şairler ayak izlerini yeniden bulacaklar,
Ve atları korkusuzca uçurumları aşacaklar!
Barataşvili’de mutlak ve eylem özlemi birbirinden ayrılmaz.
Siyasal ve ulusal esinli şiirler ülkesinin başına gelen felaketlerin ve 1832’deki başarısız ayaklanma girişiminin, şairi derin bir biçimde yaralamış olduğunu gösterir. "Gürcüstan’ın Kaderi" (1839) adlı uzun diyalogu, şairin ulusun yaşaması için neler yapılması gerektiği konusunda kendi kendine sorular sorduğu bir tür monologdur. Gürcüstan’ı katliamlardan ve tahribattan kurtarmak için kral Rusya’nın himayesini istemek zorunda kalmıştır.
Başka bir çıkış yolu yoktur, ama halkının özgürlüğü ne olacaktır? Geleceği ne olacaktır? Büyük şair ve ünlü düşünür İla Çavçavadze 19. yüzyılın ikinci yarısında bu şiirin ve bu gerçekçiliğin taslaklarını ortaya atmışlardır.
Barataşvili, şiir yazmaya başlar başlamaz Gürcü edebiyatını doğu etkisinden arındırma kaygıları içine düşmüştür. İlk şiirlerinde bu etkiler görülmüş olsa da geleneksel etkilerden çok çabuk kurtulmayı başarmış, gerçeğe ve hayata dönmüş, doğayı özgür ve eksiksiz bir biçimde betimlemiştir. Şota Rustaveli’nin doğal ve güçlü söyleyişini içgüdüleriyle bulmayı başaran Barataşvili, iç yaşamının örgüsünü oluşturan düş, hüzün ve başkaldırıyı dile getirerek Gürcü edebiyatına Batı edebiyatının motiflerini ve havasını ilk kez sokan şairdir. Onun dizelerindeki müzik ve ritim bir su gibi fışkırır adeta. Bir su kaynağının büyüsü ve arılığı vardır bu dizelerde sanki.
Barataşvili çok fazla ürün verebilecek kadar uzun yaşamadı. Ama tükenmez bir ırmağı andıran şiirleri kuşaktan kuşağa ezberlenerek gelmiştir. Rustaveli ve Galaktion Tabidze ile birlikte Gürcü şiirinin en heyecan verici sesidir o. Rus okuru tarafından Puşkin ve Lermontov düzeyinde bir şair olarak gösterilmiştir.
*
Çocuğun gevezeliklerini severim
Tuhaf sesini duymayı severim
Annesinin göğsünü okşayan
Melek sesini duymayı severim
Herkes kendi huzurunu kollar
O okşamalardan başka bir şey hissetmez
Küçük inatçı bakışı
Gülümsemelerle çevrilir
Yaşamını düşünmez,
Dünya tutkusu nedir bilmez.
Doğumu istenmiştir,
Yaşamı bir neşedir.
Gevezelik et acemi dil,
Gevezelik et bu mutlu anlarında,
Gevezelik et, çocuk, olabildiğince,
Dünyanın kararsızlığından habersiz
1839
SEVGİLİM
Sevgilim, hatırlıyorum
Yaşlarla dolu gözlerini
Ve aydınlık bir sırrı benden gizleyen
Sessiz dudaklarını
Ama bu gözyaşları, sevgilim,
Dünya için dökülmüyordu
Ve hüzünlü yüzün
Canlı gözükmüyordu
Yazık! Bugün ben biliyorum
Gözlerinin konuşmasını,
Sihirli göz yaşların
Benim yalnızlığıma ağlıyordu.
Artık, güzel gözlerinde
Göz yaşları gördüğümde,
Hıçkırıklarla boğuluyorum,
Mutlu günlerimi düşünüyorum.
1840
DOSTLARIMA
Yaşamın şafağı, gençler, aydınlatıyor sizi,
Aşk acılarından bile zevk duyduğunuz zaman
Kaderin karanlık süngülerini değdirmeyin üstünüze.
Acı göz yaşlarını kurutun!
Bu belirsiz ve değişken dünyaya teslim olun!
Aşk ateşi yaksın gençliğinizi!
Bir ihtiyar delikanlılık taslarsa gülünç olur,
Ama bir delikanlı yaşlı gibi olsa bu da hüzün verir!
Yaşamının her anında
yönü belli olana övgüler yağdırıyorum.
Tutkuları yatıştırmak ve dünyanın büyük kaygılarını
Kabullenmek için her zaman erken olacaktır,
Güneşin parıltısı şafağı değiştirdiğinde,
Yararlı ve aşk sahte bir biçimde birleştiğinde.
Tek bir öğüt veriyorum size, iyi dinleyin,
Kardeşler, çünkü ben yüreğin yıkımlarını tattım.
Hoppa ve geveze kadından uzak durun.
Ruhunuzu bağlar ve içinden gelmeyen, yalan şarkılar söyler.
Aşığının sözleri hoşuna gider ve neşe verir ona,
Hiçbir aşk ürpertisi yüreğine dokunamaz.
1841
mamuli Kültürel Dergi
Sayı:4 Ekim - Aralık 1997