BEN VE ÖĞRENCİLERİM
Doçent Şota SHİRTLADZE
Bilkent üniversitesi yönetimi tarafından davet aldığım ve Türkiye’ye geldiğim zaman; dil bilmediğim için öğrencilerle ilişkilerimde zorlanacağımı, onların beni anlayamayacağını ve onlara bir şey anlatamayacağımı düşündüm. Benim öğreteceğim konu fiziki harekete ve içsel psikolojiye dayandığı için az da olsa bir ümidim vardı. Çevirmen yardımıyla Türk öğrencilerle kolayca ilişkiye girdim. Beni istekle dinliyorlardı. Coşkuyla beni izlediler ve keyifle ders yapıyorduk onlar için bilinmeyen ve yeni olan figürleri gösterip açıkladığım zaman gözlerindeki parıltıyı ve hayranlığı unutamam.
Benim konum sahne hareketlerini; kılıç kalkan, estetik alışkanlıklar, tarihi savaşlar, tarihi kıyafetler, yaşam için gerekli aksesuarların kullanımını ve yararlanmayı içermektedir. Bir çoğunu ekranda (filmlerde) görmüşler ama nasıl yapıldığını bilmiyorlar. Benim açıklamam ve göstermemle birlikte bu zor ve ilginç figürleri kendileri de yapmaya başlayınca çok hoşlandılar ve hayran kaldılar.
Dokuz yıldır buradayım ve yine aynı heyecan ve keyifle çalışıyorum. Çünkü öğrencilerim istekli ve hayat dolu. Onların coşkulu istekleri bana güç veriyor ve yaşıma bakmadan bir gencin enerjisiyle çalışıyorum. Kısaca söylemek gerekirse, onları sevdim ve onlar da beni sevdiler. Parlayan gözleriyle bana bakıyorlar ve benden hep yeni bir şeyler bekliyorlar.
Genelde günümüz gençliği çok gururlu olup yüksek sesle söylenen bir sözü, hatalarının söylenmesini kabul edemiyorlar. Her şeyde kendilerini haklı sanıyorlar.
Ben başardım ve güvenlerini kazandım. Bu nedenle benim yüksek ses tonuyla yaptığım uyarıları, hatalarına kızmamı normal karşıladılar ve bu bizim küçük “kavgamız” gülümsemeyle ya da özür dilemeyle son buluyordu.
Dersim olmadığı zamanlar da üniversiteye gidiyorum. Çocuklar olmadan yapamıyorum. Güvendiğim ve ders verme yetkisi verdiğim öğrencilerim de var, elbette ki ben yanlarındayken. Bu olay onlara, sınıf geçme ve bitirme oyunlarında açıkça görünen; bilgili oldukları ve içsel güç ümidini veriyor. Üniversitede düzenlenen birkaç konserde yer aldılar. Seyirciler onları güçlü bir şekilde “Bravo” sesleriyle alkışladıkları zaman çok sevindiler. Onların başarısı beni de çok sevindirdi ve gurur duyuyorum
Onların babası yaşındayım. Bazıları çocuğum, bazıları da torunum yaşında. Bir keresinde sakal bıraktım ve kır sakallarım nedeniyle beni “Noel Baba” diye çağırdılar. Sakallarımı kestikten sonra beni Gürcüce “Çemi Şota Babua” (Benim Şota Dedem) diye çağırıyorlar.
Bu ilişkiler bana daha sert ve talepkâr olma yetkisini verdi. Onlara şöyle diyorum: “Baban olsaydım seni küçük bir çocuk gibi kemerle döverdim”. İkinci derste bakın biri bana ne dedi: “Sizin söylediğinizi babama söyledim ve bana ne cevap verdi biliyor musunuz: - Seni dövebilecek ve iyi bir şekilde büyütebilecek kişiyi bulsam ona maaş bağlarım – dedi.” Elbette ki bu genç iyi yetiştirilmiş biri ama, babası evladı için daha fazlasını istiyor. Bu sözüyle baba evladına bana güvenmeyi ve saygı duymayı öğütlemiş oldu.
Benim Türkiye’de Bilkent Üniversitesindeki dokuz yıllık çalışmalarım işte böyle geçti. Ben, Bilkent Üniversitesi yönetimine, rektörüne, Müzik ve Sahne Sanatları bölümüne, özellikle Tiyatro Bölümü Kürsü Müdürü Prof. Cüneyt Gökçer’e çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, benim davet edilmemde büyük rol oynayan Eflatun Nemetzade’ye de teşekkür ediyorum.
Yaşasın Türkiye!
Yaşasın Gürcüstan!
12.09.2005
Türkçesi: Hacer Özkan (İremadze)