Andrew Anderson
1220 yılına gelindiğinde, Güney Kafkasya ve Küçük Asya’da (Anadolu) Moğol istilası başladı.
Yirmi yıl sonra, Gürcüler, Ermeniler ve bu halklarla müttefik diğer halkların sert direnişine rağmen Gürcistan topraklarının büyük bir bölümü, Ermeni topraklarının tamamı ve Anadolu’nun merkezi Moğolların eline geçti. Moğollar istila ettikleri topraklarda çok büyük tahribatlar yaptı. İsyan ve ayaklanmalar sert ve acımasızca bastırıldı. Halk haraca bağlandı.
1243 yılında Gürcistan Kraliçesi Rusudan, Moğollarla bir barış antlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya göre Gürcistan, hâkimiyeti altında bulunan Batı Şirvan ve Nahçivan’dan çekiliyor, geriye kalan toprakların yarıdan fazlası üzerinde fiilen yönetimini sürdürmek ve bu toprakların işgal edilmesini önlemek için Moğollara vergi vermeyi kabul ediyordu. Moğol işgali altındaki Tiflis, Krallığın resmi başkenti olarak kalmasına rağmen, Kraliçe Rusudan başkente dönmeyi reddetti ve ölümüne (1245) kadar Kutaisi’de (Batı Gürcistan) kaldı.
Sorunlar bu kadarla da kalmadı ve Krallığın Moğol hâkimiyeti altında olmayan topraklarında da bölünmeler başladı. Kraliyet, Moğollar ile direkt ilişkiler kuran Samtshe (Gürcistan’ın Güney eyaletlerinden) beyleri üzerindeki kontrolünü yitirdi. 1266 yılının gelmesi ile birlikte Samtshe, neredeyse Gürcistan’dan ayrılmıştı. Aslında Gürcistan’ın kontrolü altında bulunan topraklar, yaklaşık olarak Abhazya Krallığı’nın 978 tarihi öncesi sınırlarına kadar gerilemişti.
1259 ve 1330 yılları arası dönem Gürcülerin Moğol İlhanlı İmparatorluğu’na karşı tam bağımsızlık savaşı verdiği dönemdir. İlk Moğol karşıtı isyan Kral Davit Narin liderliğinde 1259 yılında başladı. Moğol karşıtı mücadele, Kral II. Demetre (1270–1289) ve daha sonra Kral Davit VIII (1293–1311) liderliğinde devam etti. Abhazya, Batı Gürcistan’ın diğer bölgeleri ile birlikte Moğol karşıtı direnişin en önemli kalelerinden biri idi.
İlhanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasını fırsat bilen Kral V. Giorgi (Parlak) (1314–1346), Moğollara vergi vermeyi durdurdu ve Gürcistan’ın 1220 öncesi sınırlarına dönmesini sağlamayı başardı. Hatta Trabzon İmparatorluğu’nu tekrar Gürcistan’ın etki alanı içine dâhil etti.
1337 yılında “Pax Mongolica” yani “Moğol Barışı” (“Moğol Barışı” deyimi, batılı bilim insanları tarafından Moğol İmparatorluğu’nun fetihleri sonucu, 13. ve 14. yüzyıllarda fethedilen geniş Avrasya toprakları üzerinde yaşayanların sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamlarını etkilemiş olduğu iddia edilen istikrarı tanımlamak için kullanılır. Söylendiğine göre, Moğollar kontrolleri altındaki insanların gözünü o kadar korkutmuşlardı ki, çıplak bir bakire bütün İmparatorluk boyunca tacize uğrama korkusu olmadan at binebilir ya da bir insan başının üzerinde altın bir kâse ile imparatorluğu soyulmadan bir uçtan diğer uca geçebilirdi.) tüm Orta Doğu’da çöktü. Ancak Moğolların yerine Türk toplulukları geçti. Gürcistan Krallığı, 1386–1403 yılları arasında Timurlenk (Aksak Timur) liderliğindeki Türk–Moğol ordularının istilasına uğradı.
1386–1403 yılları arasında Timurlenk liderliğindeki Türk–Moğol birleşik orduları Gürcistan’ı sekiz kez istila etti. Bu istilalar sonuçları bakımından Gürcü ulusunun tüm tarihindeki en yıkıcı felaket oldu. Abhazya ve Svaneti dışında kalan tüm Gürcistan toprakları, kentler ve köyler harabeye döndü. Binlerce insan katledildi. Ülke enkaza döndü ve karışıklık ortamına sürüklendi. Abhazya bir kez daha Gürcü ülkesinin son yaşam yerlerinden biri olarak görev yaptı.
Timurlenk 1405 yılında öldü ve ölümü ile birlikte imparatorluğu da hızlı bir dağılma sürecine girdi. Osmanlılar, Memluklar ve diğer Türk toplulukları Orta Doğu ve Doğu Akdeniz havzasında başat güç durumuna yükseldiler ve anılan bölgeler Türk–Arap etkisi altında dönüşüm geçirmeye başladı.
XV. yy. tüm bölgenin çarpıcı bir şekilde dil, kültür ve politik alanda dönüşüme uğradığı dönemdir. Bu dönemde Gürcistan Krallığı; ağırlıklı olarak Türk, Arap ve İranlılar tarafından çevrili izole bir devlet görünümündeydi. XV. yy. ortalarına gelindiğinde Gürcistan’ın eski komşusu olan ülkeler haritadan silinmişti. Ermenistan topraklarının tamamı, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Eretna Devletleri arasında paylaşılmıştı. Küçülen Kilikya Ermeni Krallığı toprakları ise Memlukların eline geçmişti. Ermenilerin sadece Karabağ Dağları’nda birkaç tane küçük prensliği kalmıştı. Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ise bütün mülklerini ve topraklarını kaybetmiş ve izole, zayıf bölgelere bölünmüştü. Bunların en önemlileri Konstantinople (İstanbul) ve Philadelphia (Alaşehir–Manisa) idi. Trabzon İmparatorluğu ise topraklarını ve yaşama yönündeki politik isteğini kaybederek hızlı bir şekilde küçülüyordu. Batı Avrupalı Haçlılar, Suriye ve Filistin için üç yüz yıl sürdürdükleri savaşı tamamen kaybettiler. Kıbrıs ve bazı Akdeniz adaları dışındaki tüm toprakları terk ettiler.
Gürcistan’ın çevresinde kurulan yeni İslam devletleri genişlemelerini sürdürdüler. Gürcistan Krallığı’nın gücü bu devletler tarafından gerçekleştirilen sınır tacizleri ile sürekli test ediliyor, Gürcistan topraklarının derinliklerine baskınlar düzenleniyordu. 1453 yılında Konstantinople (İstanbul) Osmanlılar tarafından ele geçirildi. Bu, Bizans İmparatorluğu’nun ve bin yıldan fazla süren Doğu Roma çağının sonu idi. İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesi Gürcistan için olumsuz sonuçlar yarattı. Karadeniz çıkışı artık Gürcistan için kapanmış ve Gürcistan’ın Avrupa’daki Hıristiyan devletler ile bağlantısı kesilmişti. Batı ile tek bağlantı, Kırım kıyılarında bulunan yarı–izole Ceneviz kolonileri aracılığı ile mümkün olabiliyordu.
Trabzon, 1462 yılında Osmanlıların eline geçti. Yüksek sıradağlar ve çevresindeki kaleler ile korunan Trabzon İmparatorluğu daha uzun süre dayanabilirdi ancak ülke, direniş için gerekli olan tüm politik arzusunu kaybetmişti. Son Trabzon İmparatoru ülkesini, sınırlarını durmaksızın genişleten Osmanlılara savaşmadan teslim etti.
Kırım yarımadası 1475 yılında Osmanlılar ve Tatarların eline geçti. Kırım’ın Müslümanlar tarafından ele geçirilmesi Kuzey Kafkasya üzerinde bir takım sonuçlar yarattı. Adige ve Vaynah oymaklarının hızlı bir şekilde İslamlaştırılması süreci başladı. İslam dini, Kuzey Kafkasya’da uzunca bir süre Ortodoks Hıristiyanlık, Roma Katolikliği ve Paganizm ile mücadele etti. Gürcistan bu dönemden başlayarak kendisini İslam dünyası ile çevrelenmiş bir şekilde buldu.
XV. yy.’ın son on yılında gerçekleştirilen coğrafi keşifler (Amerika’nın keşfi, Horn Burnu’ndan (Güney Amerika kıtasının en güneyinde bulunan burun) dolaşarak gidilen Hindistan yolu) Avrupalı güçlerin politik ve ekonomik çıkarlarının yönünü Doğu Akdeniz havzasından bu yeni keşfedilen yönlere doğru çevirdi. İpek Yolu’na yönelik çıkarlardaki bu ani azalış, Gürcistan’ın ekonomik olarak zayıflamasına neden oldu. Gürcistan, çevresinde yeni yükselen güçler tarafından sürekli olarak dışarıdan tehdit edilme kaderine mahkûm oldu.
Gürcistan’ın dış baskıya direnebilmesi için birlik ve bütünleşmeye hayati derecede ihtiyacı vardı. Fakat ülke başka bir noktaya sürükleniyordu. Taht kavgası içinde bulunanlar ülkenin değişik yerlerini kontrolleri altına aldılar. Ülkenin güvenliği pahasına birbirleri ile savaşlarını sürdürdüler ve birbirlerine kaşı olan bu savaşlarında tehlikeli komşularının desteğini aramak peşinde koştular.
1490 yılında “Soylular Meclisi” (Darbazi), Gürcistan’ın Kartli, Kaheti ve İmereti olmak üzere üç krallığa ve bir dukalığa (Samtshe Saatabago) bölünmesini resmen kabul etti. 1490 bildirgesine göre Abhazya, İmereti Krallığı sınırları içinde kalıyordu.
Hazırlayan: Yasin Öncü (მსხალაძე)