Şota Rustaveli'nin (შოთა რუსთაველი) ünü, ancak ölümünden yüzyıllar sonra yayılmış, ama bu ün çok derinlere kök salmış ve yapıtının çevresinde eşsiz bir sevgi çemberi oluşmuştur.
Şota Rustaveli ve "Kaplan Postlu Şövalye"
İsmail YERGUZ
Şota Rustaveli'nin (შოთა რუსთაველი) ünü, ancak ölümünden yüzyıllar sonra yayılmış, ama bu ün çok derinlere kök salmış ve yapıtının çevresinde eşsiz bir sevgi çemberi oluşmuştur. Rustaveli ölümünden üç yüz yıl sonra Gürcüstan'ın tüm şairlerinin rehberi olmuş, "Kaplan Postlu Şövalye" (ვეფხისტყაოსანი) adlı yapıtı bütün şiirleri besleyen bir özsu niteliği kazanmıştır. Rustaveli daha sonraki yüzyıllarda ülkesinin edebiyat dünyasını çok derinden etkilemiştir. 12. yüzyılın derinliklerinden gözleri kamaştıran bir güneş gibi fışkıran bu büyüleyici şahsiyet kimdir?
Ne yazık ki şairin yaşamına ilişkin çok şey bilemiyoruz. Doğum tarihi de ölüm tarihi de bilinmemektedir. Rustaveli'nin yaşamı tıpkı Homeros'un yaşamı gibi efsanelerin sisleri içinde boğulup kalmıştır.
Şota Rustaveli büyük bir olasılıkla Gürcü krallığının ve kültürünün en görkemli çağını yaşadığı 12. yüzyıl sonlarıyla 13. yüzyıl başları arasında yaşamış ve Gürcüstan'ın güneybatısındaki Rustavi (რუსთავი) köyünde doğmuştur. Eğitim ve öğrenimini Atoni'de tamamlamış, hemen hemen tüm Asya'yı dolaşmış ve kraliçe Tamara'ya (თამარ) çılgınca âşık olmuştur. Şair daha sonra büyük olasılıkla aşkına karşılık bulamaması nedeniyle keşiş olmuş ve Kudüs'te ölmüştür.
Rönesans düşüncesine çok büyük katkılarda bulunan Gürcüstan'ın Dante'si diyebileceğimiz Rustaveli'nin adeta tüm evreni kucaklayan "Kaplan Postlu Şövalye"sinde peş peşe gelen imajlarla ufuk genişler ve gelişen tablolar güneş ışınlarının baştan başa kat ettiği bütün dünyayı kucaklar.
"Yaşlı Arabistan kralı Rostevan (როსტევან) tahtını kızı Tinatin'e (თინათინ) bırakır. Bu olayın kutlanması amacıyla düzenlenen bir av partisi sırasında kaplan postlu esrarengiz bir şövalye çıkar ortaya ve daha sonra hemen ortalıktan kaybolur. Meraklanan ve heyecanlanan Tinatin, başkomutanı genç Avtandil'e (ავთანდილ) bu adamı bulması için emir verir. Avtandil âşık olduğu Tinatin'in gözüne girmek için canla başla çalışır ve kaplan postlu bu adamı bulur. Tariel (ტარიელ) adlı şövalye Avtandil'e hayat hikâyesini anlatır. Hindistan'da hüküm süren bir kraliyet ailesine mensuptur. Kralının kızı güzel Nestan'a (ნესტან) âşık olmuştur ve Nestan bir gün esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolur. Çılgına dönen Tariel prensesin peşine düşmüş, ama izine rastlayamamıştır onun. Başı boş dolaşıp durmuş, çöllerde tek başına ve umutsuzluk içinde kalmıştır. Tariel'in trajik kaderinden çok etkilenen Avtandil sevdiğini bulabilmesi için ona yardım teklifinde bulunur. Uzun araştırmalardan sonra ve Pridon (ფრიდონ) adlı üçüncü bir kahramanın da yardımıyla Nestan bulunur. Tariel ve Nestan Hindistan tahtına otururlar, Avtandil ve Tinatin ise Arabistan'da hüküm sürmeye başlarlar."
Kısaca özetlemeye çalıştığımız Rustaveli'nin yapıtının ana fikri, akıl ve tutku, düşünce ve eylem arasındaki sonsuz çatışmadır. Şiirin baş kahramanı Tariel tutkuyu temsil eder ve Nestan'ın güzelliği ve çekiciliği yetmektedir ona. Nestan'ı ilk kez gördüğünde aklı başından gitmiş, kendisinden geçmiştir. O andan itibaren de hiçbir şeyin önemi kalmamıştır gözünde: şöhret, zenginlik, vatan...Nestan'ın hayali önünde her şey silinip gitmiştir, tek tutkusu Nestan'dır. Dünyanın bütün zevkleri aptalca ve boş gelmektedir ona.
Öte yandan da bütünüyle eylemdir Tariel. Ama onun eylemine yön veren akıl değil tutkudur ve bu tutku onu zaman zaman büyük tehlikelerin içine atar. Çin'e savaş açar. Sevdiğinin nişanlısını öldürür. Aşkının nesnesine hoş görünmek için hiç düşünmeden her şeyi yapacaktır. Sevdiğinin esrarengiz kayboluşunu öğrendiğinde her şeyi unutur ve terk eder, onu aramaya koyulur. Dünyayı karış karış dolaşır ve ondan hiçbir ize rastlayamayınca büyük bir umutsuzluğa kapılır, dünyadan vazgeçer, insanlardan nefret eder. Issız bir yerde, vahşiler arasında ve bir yığın tehlikenin içinde yaşamayı yeğler... Tek başına ve başıboş dolaşır durur, kaderine ağlar.
Deli olduğuna inanır ve kendi kendisini ölüme mahkûm eder. Bir aslanla bir dişi kaplanın kavgasına tanık olur ve bu olay aracılığıyla doğada bir aşk gösterisi yapıldığına inanır. Çok kaba davrandığına inandığı aslanı öldürür ve dişi kaplanı kucaklar. Dişi kaplanın dişleri de pençeleri de ürkütmez onu, ama hayvana boyun eğdiremez bir türlü ve öldürmek zorunda kalır onu. Kendisi de aklında hep sevdiğinin anısıyla bayılır kalır orada.
Kahramanın tutkusunun evrensel bir trajedi boyutlarına ulaştığına tanık oluyoruz burada!
Sevdiğinin Kaheti'de (კახეთი) bir kaleye kapatılmış olduğunu öğrenir öğrenmez yeniden dünyaya gelir Tariel. Tutkusu daha da şiddetlenmiştir. Korkunç bir öfke ve şiddetle kalenin kapısını kırar ve büyük acı ve sıkıntılardan sonra sevdiğini kollarına alır sonunda. Aşkın ve adaletin zaferidir bu.
Kahramanlar insanlık için gereklidir. İnsanlığın ve yüzyılların önünde haklı çıkanlar hep kahramanlar olmuştur. Tariel insanlığın bu özlemlerini temsil etmektedir. Gençlik onda düşlerini ve gizli acılarını bulur. Tariel yaşlanmaz, sonsuz, bitmez tükenmez bir eylem içindedir o. Şiirin öteki kahramanlarından Avtandil de akıl ve tutku arasındaki bu çatışmanın içindedir ve tutkularına hakim olabilmesi için Tanrı'nın kendisine güç vermesini ister, yakarır Tanrı'ya. Her zaman galip gelir, çünkü kendi kendisine hakimdir. Onun kişiliğinin belirgin özellikleri esneklik, gayret ve çabadır. Dostluğa, onura, cesarete önem verir, en amansız mücadeleler içinde bile soğukkanlılığını yitirmez. Avtandil insanın kendine egemen olabileceğine inanır.
Nestan çok güzeldir ve dünyada bütün ihtişamıyla hüküm sürmek ister. Sevgilisinden kahramanca eylemler bekler. Kendini umutsuz hissettiğinde ağlar ama aşkı söz konusu olduğunda kaplan pençelerini gösterir. Coşku ve tutku ışığını yakan ölümsüz dişiliktir o. Nestan aynı zamanda Tariel'in, kapatıldığı zindanın kapısını kıracağı günü bekleyen vatan sembolüdür.
Şair, "bu İran efsanesini inci gibi avucumun içinde buldum" diyor. Konunun bir İran efsanesi olup olmamasının önemi yok. Rustaveli'nin yapıtı hem ulusal hem de derinlemesine insancıl bir yapıttır. Şiirde kesinlikle Gürcüstan'dan söz edilmediği bir gerçektir, ama bir kralın tahtını kızına bırakması Arabistan'da ya da İran'da değil Gürcüstan'da rastlanan bir olaydır. 1184 yılında kral III. Giorgi (გიორგი) kızı Tamara'yı bütün Gürcüstan'ın kraliçesi ilan etmiştir. Şiirde şu dizeleri okuyoruz: "Babası Tinatin'i getirdi, tahta oturttu, başına bir taç koydu, âsâsını ona verdi ve krallık pelerinini giydirdi." Bu bir Hıristiyan, Bizans ya da Gürcü törenidir.
Müslüman dünyasında taç ve âsâ yoktur. Dolayısıyla Tinatin imajıyla anlatılan kraliçe Tamara'dır. Şiir o dönem Gürcüstan'ının nasıl bir bolluk, ihtişam ve soyluluk içinde yaşadığına tanıklık etmektedir. O dönemin Gürcü uygarlık ve kültürü olağanüstü insanidir, baskıcı ve boğucu değildir. Yüzeysel ve hafif bir uygarlık hiç değildir.
Ve bu dönemde Batı'nın, İsa'nın mezarını "hak dininden olmayanların elinden almak" için Doğu'yla kanlı bir savaşa tutuştuğu dönemde Rustaveli'nin bu kanlı mücadelenin dışında kalması da ilginçtir. Hiçbir kültten yana tavır koymamıştır. Onun için dünyada "bilinmeyen, açıklanamayan ve anlatılamayan" tek bir tanrı vardır. Bu tanrı evreni yaratmış ve insanlara bırakmıştır. Rustaveli yüce bir umut gibi sık sık tanrıyı ansa da onun yerine zaman zaman müthiş ve kör bir güç olarak tanımladığı doğayı da koyar. İnsan bu güce karşı koyabilmek için mücadele etmeli, acılar ve umutsuzluklar karşısında metanetli olmalı, vatanını gözetmeli, bütün dünya zevklerinin kaynağından sevgi ve dostluk üretmelidir.
Rustaveli'nin olağanüstü zengin ahlaksal ve toplumsal ilkeleri, bir kez okunduktan sonra belleğine kazınır insanın. Onun tasarladığı uygarlık kavramı içinde özgürlük, adalet, onur duygusu, vatan sevgisi, mertlik vardır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Rustaveli ölümsüz duyguları, kaybolmaz bir gerçeği, dünya durdukça göreceğimiz sahneleri dile getirmiştir. Gürcü halkı tarihi boyunca uğradığı felaketlerle kendisini sık sık ıssız bir adada yaşıyor hissetmiştir. Ama Rustaveli'nin yapıtını kazadan kurtarabilmeyi başarmıştır her seferinde. Bu yapıtı okur, içer, özümser, onun canlı soluğunu yakalar ve yaşamını sürdürür.
mamuli, Temmuz 1997, sayı 3
İlgili Galeriler