Çoğunlukla gazeteci sıfatıyla ve nefis röportajlarıyla tanınır Reha Mağden. Oysa 1999'da yayımlanan hikâye kitabı 'Yazgıların Tableti', 'bir kısım okur' için kült kitaptır.
"Lafın tamamı deliye anlatılır"
Murat UYURKULAK
Radikal-Kitap
CEHENNEMDE BİR ŞEHİT Reha Mağden, Agora Kitaplığı, 112 sayfa, 6 milyon lira.
Çoğunlukla gazeteci sıfatıyla ve nefis röportajlarıyla tanınır Reha Mağden. Oysa 1999'da yayımlanan hikâye kitabı 'Yazgıların Tableti', 'bir kısım okur' için kült kitaptır. Mağden, yeni hikâyelerini 'Cehennemde Bir Şehit' kitabında topladı. Bir röportaj ehliyle oturup yeni kitabını konuşmak ve bol bol ter dökmek de bana düştü... Sanırım, 'Tablet'in hayranları arasına geç katılmama sebep olan cehaletime kefaret olarak...
Önce 'Yazgıların Tableti', ardından 'Cehennemde Bir Şehit'te yer alan hikâyelerde dikkatimi çeken, derinlikli meseleleri, ince insanlık durumlarını, tasarrufun had safhada olduğu bir dille anlatmış olmanızdı. Bu denli alengirli konuları didikleyip dilde bu kadar 'tutumlu' davranabilmeniz şaşırtmıştı beni...
Aslında biraz üşengeçlik biraz tez canlılık... Yazıya oturduğum zaman bir an önce anlatmak istiyorum. Bir an önce anlatmak isteyince parmaklarının hızıyla yüreğinin hızı arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışıyorsun. Ayrıca niye lafın tamamını anlatayım ki! Lafın tamamı deliye anlatılır... Anlaşılıp anlaşılmamasını da çok umursamıyorum. Mesela bir hikâyemde sevdiğim bir sürü yazarın kitap başlıkları vardır, satır aralarına serpiştirilmiştir, çünkü benim o hikâyede anlatmak istediğim mesele, onların anlattıklarıyla örtüşür...
Yanı sıra, tercih ettiğiniz hikâye formu hayli müsait olmasına rağmen, son yılların iktidarı huzursuz etmeden köşesinde sızlanan, kendi üzerine kapanan, iç dökmeci diline de çok uzaksınız... Bireyin 'iç dünyasını' keşfedip, suya sabuna dokunmadan söze saldırdığı bir dönemde, siz tutumlu olduğu kadar kışkırtıcı bir dilin izinden gidiyorsunuz...
Edebiyat söz konusu olduğunda bazı şeylerin konuşulmasından ürktüğümü söylemeliyim. Evet, sızlanmıyorum. Sızlanmamak, mesela iktidar olan her şeyi küçümsemekten geçiyor. İktidar olan şeyi küçümsemezsen zaten kendini ezik hissedersin. Ben hayatım boyunca iktidarları küçümsedim, çünkü çok iyi biliyorum ki, beni bana rağmen yönetiyorlar. Ve ben onlardan daha iyiyim, daha ahlaklıyım; çünkü daha iyi hayallerim var. Dik durmak ve kışkırtmak için her gerekçem var yani...
Hikâyeleriniz okuru adeta ülke turuna çıkarıyor. İstanbul, Karadeniz, İç Anadolu, Doğu... Coğrafyanızın bu denli geniş olmasında Gürcü olmanızın etkisi var mı? Gürcü kimliğinin hayatınızda belirgin bir yeri oldu mu?
Gürcü kimliğini milliyetçi bir pozisyon olarak değil, hep bir şıklık olarak düşündüm. İnsanın gözü yeşilse güzel bir adamdır, Gürcü ise daha da güzel bir adamdır. Gürcü'ye sormuşlar, 'Gürcü olmasaydın ne olurdun?' diye, 'Mahcup olurdum' demiş. Bununla birlikte Gürcülük benim için Kürtlerin ya da başka etnisitelerin mücadelesine benzer bir problem değil. Ben Türkiyeli olmayı seviyorum, bu coğrafyayı seviyorum, senkronik bir zemini seviyorum. Gürcülüğün benim yazdıklarıma katkısı bu yeşil gözlü şıklık hikâyesinden kaynaklanıyor olabilir. Ama şöyle bir şey de var: Gürcülük bana yabancı olmayı da öğretti. Ötekilik anlamında yabancı... Öteki olma durumunu öğretti. Öteki olma durumu olduğu zaman, hiçbir 'suçluya' karşıdan bakamayacak bir hayatın olur. Gürcü olduğun için kimse seni küçümsemiyor, ama sen biliyorsun yabancı olduğunu. Bunun için cezalandırılman şart değil, ama netice itibariyle sana toplumda dayatılan bir sürü şeyin, bir sürü ifadenin dışında kalıyorsun. Bunları kabul etmek zorunda olmadığını düşünüyorsun; küçük isyanlar bunlar. Sonuç olarak her türlü ötekiyle empati kurabiliyorsun, dolayısıyla ötekiyle empati kuramayanlara karşı ciddi bir öfke besliyorsun. Bu arada gözlemlerim var tabii ki, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bulundum. Çocukluğum Ordu'da geçti ve orada çok önemli şeyler gördüm. İnsanın şaşıracağı, bir edebiyat metninde okuduğu zaman hayran kalacağı şeyler gördüm...
Bana, hikâyelerinizin dilini tek kelimeyle nasıl tarif edebileceğimi sorsalar, 'şehvetli' derdim. Bu edebi olduğu kadar erkeksi bir şehvet bana kalırsa. Hikâyelerinizde kadınların apayrı yeri ve önemi var...
İnsanların en önemli iki icadı şarap ve sepettir. Nedenini, hatırlatırsan sonra söylerim. Allah'ın en önemli icadı ise kadındır. Kadınlar çok önemlidir, kadınlar erkeklerden daha önemlidir. Kadınları sevmemin nedeni bir kere bütün sorularımın nedenleri olmaları. Bütün sorularımı, toplumla ilgili, toplumun dönüşmesi ile ilgili sorunlarımı, kitaplardan daha çok, kadınların duruşlarından öğrendim. Çünkü kadınların duruşlarında kendilerine ait bir şey var, bizde olmayan bir şey. Onlarda riyakarlık var, onlarda mertlik de var, gözü karalık da var. Kadınların hanımefendiliklerinin dışına çıkabilen bir gözü karalığa cesaret edebilmelerinden hoşlanıyorum.
Bunları yapabildikleri için mi hikâyelerinizdeki kadınlar hep dertli?
Hikâyemdeki kadınların hepsini, hep dertli olarak gösterdim, benim bütün kadınlarım hep dertlidir, ama kadınlarımın hiçbiri sızlanmaz. Kimisi çocuğu için, kimisi tarihi için, kimisi kocası için, kimisi sevgilisi için hep dertlidir, ama hiçbiri sızlanmaz. Benim kadınlarım bunlar. Bunlar kahraman, çok ciddi kahraman kadınlar. Kendini öldürenler, öldürtenler, ayrıca öldürmeye azmettirenler. Hikâyelerimdeki bütün kadınlar kahramandır.
Hikâyelerinizde ölümün de dikkat çekici bir ağırlığı var. Sözgelimi yayımlanacak olan son hikâye kitabınızın bir bölümü, çeşit çeşit cenaze törenlerinin anlatımından menkul...
Cenazeler bir tür gurbet duygusu uyandırır. Bizim geleneğimizde ölüleri bize gösterirler, çok ölüm gördüm ve onları unutamıyorum. Sözgelimi Ordu'ya bir hasreti gidermeye giderim, karşıma cenaze çıkar. Yani cenaze benim için, sadece benim için değil aslında, herkes için, bir yanıyla eş dostla, arkadaşlarla özlem giderme vesilesidir. Ben köylerin kasabaların cenazelerini severim. Şehirde cenaze fabrikasyondur, taşrada ise butik. Ölüm tek kişilik bir şey ve bir ölümü başka ölümlerle benzeştiremezsin, herkesin ölümü kendine özel, yani tek başına yaşıyorsun tek başına ölüyorsun. O zaman tek başına ölen kişiye butik cenaze yapmak lazım, fabrikasyon olmaz. Ben şehirlerdeki cenazelerde mezarların içindeki geleneksel tahtaların bile kaldırıldığını gördüm, beton kapatıyorlar yahu üstüne. Olmaz öyle şey.
Birçok hikâyenizde epey alkol tüketiliyor. İçkiyi sevdiğinizi de bilen biliyor. Belki bu konuda bir şeyler söylemek istersiniz ve arada şu şarap -sepet meselesine de açıklık getirirsiniz...
(Gülüyor) Yakınlarım alkol kullanmamdan çok tedirgin oldular ve beni tedaviye götürdüler. 15 gün tedavi gördüm, grup terapi yapılıyordu. Doktorlar terapi bittikten sonra beni kenara çektiler ve 'terapi görenlerin ezberini bozma' dediler. Çünkü ben orada itiraz ediyordum, alkolün ne yanlışlığı olduğunu falan soruyordum. Dünyada çok önemli icatlar yapıldı mı? Yapıldı. Buharlı lokomotifi buldular, sonra fezaya kadar gittiler. Ama en önemli iki icat vardır: Biri şarap, diğeri sepet. İlkinde hayal gücünü üretiyorsun, ikincisinde ilkini saklıyorsun. Ben niye vazgeçeyim ki şaraptan, alkolden? Alkol verimliliği çok yükselten bir şey, çünkü senin dünyayla olan ilişkinde aldığın gardları alçaltıyor, dünyaya saldırma imkanı veriyor. Çünkü dünyaya saldırmadan bir şey yapılamıyor. Ha, belli bir sarhoşluk noktasından sonra hiçbir şey yapamaz hale geliyorsun, ama o da senin affedileceğin bir zaman olsun, o zamana kadar geçirdiğin ve o eşiğe kadar yaptığın şeylerin hatırı için. Ben benden şikayet eden kadınlara da onu söylüyorum, diyorum ki oraya kadarki zamanımı değerlendirin, orada iyiydim, orada çok hoşnuttunuz benden, sizi güldürüyordum, ondan sonra da yatıp uyuyorum zaten, kimseye bir zararım yok.
İlgili Galeriler