Acara Özerk Cumhuriyeti"nde Kültürel ve Dinsel Etkileşimlere Sosyolojik Bakış
A) Acara Bölgesinin Özerk Statüsünün Oluşumu:
Acara Özerk Cumhuriyeti'nin kurulmasına temel oluşturan etmen Türkiye ile Rusya ve Gürcüstan Sovyet Cumhuriyetleri arasında 1921 yılı içinde yapılan Moskova ve Kars anlaşmalarıydı.
TBMM Hükümeti bu bölgeyi ülkesine dahil etmek istiyordu. Bunun temel nedeni ise Ruslarla olan 1878 savaşında kaybedilen "Elviye-i Selasiye", yani üç vilayettin yeniden kazanılması konusundan kaynaklanıyordu.
1878 Berlin Anlaşmasının yapıldığı dönemde Kafkasya'da bağımsız ulus devletler yoktu. Ama 1918 sonrasında yeni yapılar oluşmuştu. Buna rağmen bu bölge kırk yıllık bir Rus egemenliğinden sonra Bolşevik hükümetle 3 Mart 1918'de yapılan Brest-Litovsk Barış Andlaşması sonunda yeniden Türk ülkesine katılmıştı. Fakat bu anlaşmanın uzun süreli uygulanamaması ve Osmanlının yenilgisi 1914 sınırının da gerisinde sonuçlara yol açmıştı.
TBMM'nin 1920 sonlarından itibaren doğu cephesinde yoğunlaştırdığı askeri inisiyatifler sonunda sadece bu bölge sınırlarında kalmıştı. Ayrıca Şubat 1920'de kabul edilen Misak-ı Milli belgesinde de bölge Batı Trakya ve Musul'la birlikte anılıyor ve burada plebisit yapılması gereği üzerinde duruluyordu.
Stratejik nedenler Ankara hükümetinin Bolşevik Rusya'yla uzlaşmasını gerektiriyordu. Bu yönde Ankara'da TBMM'nin açılmasının hemen sonrasında görüşmeler ve Moskova'ya ziyaretler başladığından, anlaşmaya varılması için karşılıklı tavizler konusu ortaya çıkmıştı.
Rus tarafının Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine toprak talebinden vazgeçmesinin önemli bir engeli kaldırdı. Ekim-Kasım 1920'de TBMM ordularınca Taşnak Ermeni hükümetine karşı kazanılan başarılar sonrasında Aralık ayında Gümrü Anlaşması yapılmıştı. Bölgedeki Türk kuvvetlerinin komutanı Kazım Paşa bu tarihten sonra Menşevik Gürcüstan hükümetini hedef alarak Gürcü ordularının iki yıldır ellerinde tuttukları Artvin, Çıldır ve Ardahan'ı boşaltmalarını istemişti. Fakat bu dönemde Kafkasya hızlı bir şekilde Kızıl Ordu destekli Bolşevik hükümetlerin kontrolüne girmekteydi.
Nisan 1920'de Azerbaycan ve Aralık 1920'de Ermenistan'dan sonra Şubat-Mart 1921'de de Gürcüstan'da Sovyet hükümetleri Kızıl Ordu yardımıyla kuruldu. Kazım Paşa Batumi'ye Bolşeviklerle aynı anda girdiyse de ancak bir kaç gün tutunabilmiş ve 16 Mart 1921 Türk-Sovyet Andlaşması gereği şehir Gürcüstan'a bırakılmış, ancak Acara bölgesine özerk statü getirilme şartı konulmuştu.(1)
Bununla birlikte Acara konusunda, Moskova-Kars andlaşmalarının bir kaç yıl öncesinde, Tbilisi Menşevik hükümetinin de bir özerklik planı olduğu bilinmektedir. Bağımsız Gürcüstan Demokratik Cumhuriyeti'nin ilk devlet başkanı olan Noe Jordania 1918 Yazı'nda yaptığı bir açıklamada şu sözleri sarf etmişti:
"Gürcüstan'ın Müslüman bölgesinin bir gün özgürlüğüne kavuşmasını görme mutluluğuna erişebilirsek, bu bölgeye mutlaka siyasal özerklik verilmesi gerekecektir. Gerçekte Müslüman Gürcüler bizim kardeşlerimizdi ve vatanımızda birdir, ancak yaşadığımız tarihi sürecin sonucu olarak anlayış, yaşam biçimi, inançlar, görüş açıları bakımından Müslüman Gürcüler diğer Gürcülere göre farklılaştılar, kendine özgü bir çok farklılıklar gösteriyorlar... Bu farklılaşma kendine özgü bir politik yaşam, geniş bir özyönetim ve özerklik gerektirir."(2)
Bu açıklamaların yapıldığı dönemde Menşevik hükümet Osmanlı Devleti ile 4 Haziran 1918'de Batumi Andlaşmasını yapmak durumunda kalmıştı. Bu nedenle hukuksal olarak kendisine ait olmayan bir bölge için kendi girişimiyle özerklik düzenlemesi yapabilecek durumda değildi. Zaten Jordania da sözlerine bu bölgelerin "kurtulması" durumunda karşılaşılacak bir olası koşul ve gereksinimi anarak başlamaktadır. Bu "Müslüman Gürcüstan"dan kasıt Acara bölgesidir. Fakat Jordania burasının özgürlüğe kavuşmasını Gürcüstan'la birleşme olarak görmekte ve bu gerçekleşirse burası için özerk yönetimin gerekliliğinden bahsetmektedir.
Nitekim 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi sonrasında Bolşevik Rusya hükümeti Brest-Litovsk Andlaşması'nı, Menşevik Gürcüstan hükümeti de Batumi Andlaşması'nı tanımadıklarını açıklamışlardır. Menşevik hükümet Batumi, Akhaltsihe, Artvin ve Ardahan'ı ele geçirme niyetini ortaya koyduktan sonra, 25 Aralık 1918'de ülke parlamentosu da Gürcüstan'ın Müslüman bölgesine, yani Acara'ya özerklik hakkı tanındığını alenen ilan etmiştir. Yaklaşık üç yıl sonra Menşeviklerin devrilmek üzereyken 21 Şubat 1921'de kabul ettikleri anayasanın 107. Maddesinde de Acara'nın özerklik hakkı tanındı. Bu görüşe göre Gürcüstan'daki Bolşeviklerin eline geçen yeni iktidar, Acara konusunda artık bundan geri düzeyde statü belirleyemeyeceğindendir ki, Türk isteklerini de göz önüne alarak, dinsel farklılık gösteren bu Gürcü bölgesinin özerk devlet olmasını kabul etmiştir.
Şubat-Mart 192l'de Kızıl Ordu işgali ve Bolşevik ayaklanması sonucunda Menşevik hükümetin devrilmesinden sonra kurulan Revkom hükümeti Temmuz 1921'de aldığı bir kararla Acara bölgesinde özerk bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulduğunu açıklamıştı. Sovyetler Birliği'nin siyasal yapısını belirleyen 1924 Anayasası ve Gürcüstan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin 1927 Anayasası Acara Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni güvence altına almıştır. Gürcüstan Anayasasının 80. Maddesinde özerk cumhuriyetin kendi topraklarındaki tüm ekonomik ve sosyal konularda tamyetkili olduğu belirtilmiş ve Acara Anayasasının 67. Maddesiyle bu durum teyit edildiği gibi 64. Maddeyle de merkezi hükümetin yetkilerinin açıkça belirtilmediği tüm konularda özerk cumhuriyetin tasarruf hakkı olduğu belirtilmiştir.
B) Acara'da Dinsel Kimlik Tartışmaları:
Acara bölgesine özerk cumhuriyet statüsü verilmesinde temel belirleyici etmen bu bölge nüfusunun ezici çoğunluğunun İslam dinine mensup olmasıydı, özellikle bu konuda Sovyet döneminde sayım ya da araştırma yapılması olası olmamakla birlikte halkın yaklaşık % 70'inin Müslüman olduğu ve bu oranın Batumi'de % 50'ye düştüğü bilinmektedir. Din konusu bir yana bırakılırsa, yerel bazı etnografik ve folklorik farklılıklar ve bazı ses değişimlerinden ibaret olan yerel Gürcü şivesinin dışında, bölge halkını Tbilisi veya Kutaisi'deki Gürcülerden ayrıştıran başkaca özellik göze çarpmamaktadır.
Dinsel farklılaşma 1550'lerde Osmanlının bölgeye egemen olmasından sonra yerel ahalinin tedricen Müslüman olmalarıyla başlamış ve 1627'de Acara'nın Osmanlıya tam bağlı bir vilayet olmasıyla son aşamasına varmıştır. Yabancı egemenliğinin kendi dinsel etkisini bırakması o dönem için olağan bir şeydi. İran Safevî Şahları, özellikle de Şah I. Abbas Doğu Gürcüstan'ı XVI. ve XVII. yüzyıllarda denetimleri altına aldıklarında Gürcü krallarının bazılarının İslam dinine girmeleri ya da girmiş gözükmeleri, Evliya Çelebi'nin Tbilisi'den bahsederken ahalisinin çoğunun İslam olduğunu belirtmesi (3), bu durumun Acara'nın dışındaki bölgeler için de geçerli olduğunu doğrulayan öteki örneklerdir.
Osmanlı egemenliğinin getirdiği dinsel etkileşim sonucu bölgede İslamın yayılmasını ve Gürcülerin kitleler halinde Müslüman olmalarını "Türkleşme" biçiminde tanımlamak doğru değildir. Osmanlı sosyal ve kültürel sistemi ulusçuluğun olmadığı bir dönemde oluşmuş olup, bu 'anakronik' yönüyle insanları din esasına göre tasnif ediyordu. Balkanlarda Osmanlı etkisiyle Müslüman olan grupları, Boşnakları, Arnavutları, Pomakları etnik olarak "Türk" olarak kabul etmek olanaklı olmadığı gibi, Gürcüstan'da Osmanlı etkisiyle İslam dinine girmiş olan Gürcüleri ya da Abhazları da Türk yapmak olanaklı değildir. Buna karşın Osmanlı ülkesindeki Müslüman ahalinin hepsini, Araplar bir yana bırakılacak olursa, Türk olarak kabul eden bir anlayış da vardı.(4) Bu anlayıştan kaynaklanan yanlış algılama Batılılar için olduğu kadar Ruslar ve Gürcüler için de geçerliydi.
Çarlık egemenliğinden ve modernleşmeden önceki dönemlerde sıradan bir Gürcü, kendi kültürel tanımlamasını, uzun yüzyıllar boyunca dil ve din temeline dayandıran bir bilinçle oluşturmuştu. Eğitimin gelişip gelişmediğinden bağımsız olarak böylesi bir bilinç Gürcü insanında yer etmişti. Gürcülerin dini Ortodoks Hristiyan, buna karşın komşu halkların çoğu Müslüman, kuzeydeki bazıları animist, Ermeniler bambaşka bir Hristiyan gelenek içindeydiler.
Gürcüler çevrelerindeki halklardan, onların dillerini bilmedikleri için ve onların da Gürcü dilini bilmemeleri dolayısıyla ayrışıyorlardı. Gürcünün ne demek olduğunu bu dış koşullar zaten belirliyordu. Bu durumda sıradan bir Hristiyan Gürcü için dilini anlayabildiği Müslüman Acaralı Gürcüyü Gürcü olarak kabul etmek olağandı. Yüzyıllardır aynı dilde iletişim içinde olan Acaralı ile Tbilisili ya da Kutaisili birbirlerini anladıkları için birbirlerini Gürcü 'Kartveli' olarak tanımlamışlardı.
Dış etmenler sonucunda din değişiminin olağan koşullarda bu algılamayı etkilemeyeceği düşünülebilir. Fakat yeni din, aynı zamanda yeni bir kültür ve yaşam biçimi demekti. Müslüman olan bir Gürcü için artık içki, domuz eti gibi gıdalar söz konusu olamazdı (5) ve toplumda kadının rolü kaçınılmaz olarak değişecekti. Bu noktada ana öğelerini dinin belirlediği bir kültür kalıbından ötekine atlamak söz konusuydu.
Bu dinsel değişim çoğu kez baskıyla da olmamış ve kültürel tamamlayıcılık olarak Osmanlı ya da İran'la yüzyıllardır yaşanan iletişimin bireysel bilince yansıması biçiminde olmuştur. Geride bırakılan kültür kalıbı artık eski dinle, yani Gürcü Ortodoks Hristiyanlığı ile özdeş hale gelmekteydi. Bunun izlerine bugün de rastlamak olanaklıdır. Acara bölgesindeki köylerde ya da yaşlıca insanlar arasında, Tbilisi, Kutaisi ya da Guria gibi Hristiyan bölgesinden gelme bir Gürcü "Kartveli" olarak adlandırılmaktadır. Kartveli sözcüğü Gürcülerin kendilerine verdikleri ad olmasına karşın (6), bu adlandırma onlar Gürcü oldukları için yapılmamaktadır. "Kartveli" sözcüğü "Gürcü" anlamında değil "Hristiyan" ve daha açıkçası "gavur" anlamında kullanılmaktadır. Adlandırmanın bu denli kolay yapılabilmesi, Gürcü ve Hristiyan kültürlerinin içice geçmişliğinden ötürüdür. Müslüman olan Gürcü başka bir kültürel ortama geçince, etnik kökeni değişmediği halde bir ulustan başkasına geçtiğini sanmakta, dini değiştirmekle ulusu da değiştirdiğini düşünmektedir. Buna göre eski kültürüyle ilgili tüm bağlardan kopmak, daha da ötesi "Kartvelilikten kurtulmak" dinsel bir görev gibi algılanmaktadır.
Daha da ilginç olan nokta bu adlandırmanın Türkiye'ye muhacir olarak gelerek köyler kuran Gürcü toplumları içinde bugün dahi kullanılıyor olmasıdır. Bu çerçevede köylerini ziyaret eden gayrimüslimler, örneğin Alman turistler için "Kartveli" yakıştırması yapan ve kelime anlamını bilmeden Almanları "Gürcü" yapan insanlara rastlanmaktadır.
Bunlarınondokuzuncu yüzyılda Acara'dan gelen dedeleri "Kartveli" kelimesinin anlamını ve ne için kullandıklarını biliyorlardı. Fakat onlardan bir kuşak sonra bu kelimenin esas anlamı kaybolmuş ve Türkiye şartlarına göre yeni bir anlam kazanmıştır.Tbillsi'deki Hristiyan bir Gürcü için Acara'daki Gürcülerin Müslüman olmaları, onların Gürcülüğünü etkilememektedir. Fakat Acara'da dinin belirlediği farklı kimlik, bu bölgenin Osmanlı etkisinde olduğu üç yüzyılı aşkın bir sürede, Gürcüstan'ın öteki bölgelerinden derin bir ayrılmaya yol açmış ve bölgenin Osmanlı ülkesiyle çok sıkı bütünleşmesini sağlamıştı. Bu bütünleşme o denil sıkıydı ki, Ruslarla olan 1853-56, 1877-78 çatışmaları "cihat" olarak görüldüğünden, Batumi kenti en önemli direnç merkezlerinden biri olmuş ve Rus orduları ancak Aya Stephanos Andlaşmasından sonra kente girebilmişlerdi.
Acara'da dini konularda sıradan bir Anadolu müslümanına göre çok derin eğitimli yetişmiş ulema kadroları kitlesel olarak mevcuttu. Gürcülerin yaygın özelliği olan kıvrak ve işlek zekalarını bu kez İslam ve Kur'an için kullanan bu din adamları geliştirdikleri özgün yorumlar (7) ve geniş kitleleri etkileyen dinsel bilgilerinin derinliğiyle gittikleri her yerde dikkat çekmişlerdir.Nitekim muhaceretle Anadolu'ya geldiklerinde bunlar en üst mevkii din adamı olarak istihdam edilmişlerdir.
Dinsel tutuculuk Türkiye'de pek çok muhacir Gürcü köyünde bugün de belirleyici olmakta ve onların siyasal tercihlerini etkilemektedir. Buradan yola çıkılarak Acara bölgesi için bu muhacir köylerinden çıkma bazı çevrelerde yeni bazı kimlik arayışları yapılmaktadır. Bu çerçevede "Acar" diye bir ulusun olduğu ve Sovyet döneminde Gürcüstan merkezi yönetiminin politikalarıyla asimile edilmeye çalışıldığı öne sürülmektedir. Bazı başka çevreler bu bölgedeki insanların Türk olduklarını ve zorla asimile edilerek Gürcü yapıldıklarını düşünmektedirler. (8) Acara kökenliler arasında, kente yerleşene ve ilkokul çağına gelene değin Türkçe konuşmadıkları halde, kendilerini Ahıska Türklerine bağlayarak Gürcülükten 'kurtulmaya' çalışanlara da rastlanmaktadır.
Tüm bunlar bilimsel verilere ters düşen iddialarla sanal bir ulus kurgulama çabası olarak görülebilirse de, kimlik tanımlaması konusundaki çelişkilerin ve tutarsızlıkların oluşturduğu bu çıkmaz noktaya eninde sonunda varılacağı ve hatta şimdi o noktaya varıldığı da söylenebilir. Dinsel gerekçelerle eski ulusal kültüründen kurtulmak isteyen birey ve toplum, yeni bütünleştiği çevrede de, dindaş olmakla birlikte yine de kendine yabancı gelen bir kültürle karşılaşınca, (9) önce içine kapanmakta, sonra atalarının kökeninin olduğu bölgede ayrı bir ulus olabileceği varsayımından hareketle yeni kimlik tasarımları oluşturmaya kalkmaktadır.
Fakat bu Acar kimliği tasarımları bugün Sovyet sonrası dönemde özelde Acara genelde de Gürcüstan'da karşılaşılan tabloya bakıldığında anlamsız kalmaktadır. Acara'da başkent Batumi büyük ölçüde çok uluslu ve çok dinli bir görüntü sunmaktadır. Batumi'nin bu konuda Tbilisi'den bile ileri, Sohumi'deki duruma benzer bir nüfus yapısı vardır. Buna karşılık gerek kentin çevre köyleri gerekse Acara'nn öteki rayonlarının nüfusunun tamamına yakını Gürcü kökenli ve pek çoğu İslam dininden insanlardan oluşmaktadır. Fakat nüfusun İslam olması, onların Çeçenistan ya da Dağıstan'dakiler gibi sıkı dindar oldukları anlamına da gelmemektedir.
Türkiye'deki İslamcı çevrelerin ölçütlerine göre 'hayli yetersiz' kalan bir dinsel bilinç vardır. Ramazan ayının gelmesi pek hissedilmemektedir. Bu yetersiz durum dinsel konulara hiç bir merak olmadığı anlamına da gelmemektedir, insanlar dedelerinin dinini merak etmekte, kendi kültürel kimliğinin bir parçası olarak görmekte ve öğrenmek istemektedirler. Fakat dinin toplumun her kesimini saran ve yaşamın bir parçası olan bir olgu olarak belirmesi şu an için çok zayıf bir olasılık olarak kalmaktadır. (10) Örneğin genç kızların örtünmesi gibi bir gelenek bu Müslüman Gürcülerin çoğunlukta olduğu Acara bölgesinde yoktur. Bu durumda Acar kimliği tasarımının önemli bir ayağı daha başlangıçta ortadan kalkmaktadır.
Bir başka nokta Batumi ve Acara'dan Gürcüstan'ın pek çok bölgesine, özellikle Tbilisi ve Mesheti'ye, evlilik ve göç gibi nedenlerle yerleşenlerin olmasıdır. Bunun tersi de söz konusudur ve Batumi nüfusunun yarısından çoğunun Hristiyan Gürcülerce oluşmasına neden olmuştur. Özellikle Tbilisi, Kutaisi ve Guria bölgelerinden Batumi'ye gelip yerleşen ya da buradan evlenenler vardır.
Batumi'nin bağımsızlık sonrası dönemde güvenli bir yer olması ve burada çok paranın dönmesi bu göç olayını daha da arttırmıştır. Bu durum Acar kimliği tasarımını anlamsızlaştıran ve etkisizleştiren bir başka etmen olmaktadır. Hristiyanlara zayıf bazı tepkiler köylerde olabilmektedir, ama bu da yaşlı kimselerce ortaya konmakta, yeni nesillerin böyle bir konusu ya da derdi gözlenmemektedir. Karma evlilikler Sovyet dönemine göre azalmamıştır. Sovyet döneminde dinin toplum hayatındaki etkisini yitirmesi olgusu dikkate alındığında karma evlilik olağan bir durumdu. Gerek Hristiyanlığın gerek İslamın toplum hayatında yeniden belirginlik kazanmaya başlamalarına karşın bu durumun sürmesi modernleşme ve uluslaşmanın kalıcı etkileriyle açıklanabilir.
Fakat dışarıdan kurgulanan ve çoğu kez gerici, cahil ya da İslamı bir bireysel tatmin ve kültürel terfi aracı olarak gören az sayıdaki insanlardan oluşan çevrelerin ürünü olan bu "Acar kimliği" iddiaları bizzat Acaralıların kendilerini rahatsız etmektedir.(11) Oraya yapılan ziyaretlerde özellikle dinsel konulara ağırlık verilerek bir tür 'hocalığa" girişilmesi' de bir başka rahatsızlık nedeniolmaktadır. Türkiye'den giden bu kişilerin bireysel hayatlarında, akrabası ya da dostu durumunda olan Acaralı insanlarla farklı gündemler oluşturacak kültürel boyutları çoğu kez yoktur. Durum böyle olunca da sohbet konuları din, İslam, anti komünizm, Hristiyan karşıtlığından öteye geçememektedir. Bununla birlikte Acara'nın bazı özgünlüklerini kendi siyasal amaçları için kullanmakisteyen Türk ve Gürcü politikacılar da yok değildir.
C) Sonuç:
Acara Özerk Cumhuriyeti'ndeki din merkezli kültürel kimlik algılamalarının yeni iç gerilimleri getirebilecek bir potansiyeli yoktur. Çünkü burada, geleneksel olarak İslamın egemen ve belirleyici olduğu bir sosyal-kültürel yapı yoktur. Kendini 'Müslüman" olarak tanımlayanların çok büyük kısmı da bunu bireysel bir veri olarak algılamakta ve ayrıntılara girmemekte, İslam Külliyatı denen şeylerden bihaber kalmakta, buna ilgi de duymamaktadırlar. Bununla birlikte merkezi hükümetin dikkat etmesi gereken bazı noktalar da vardır.
Birinci olarak Gürcüstan'da siyasal ve sosyal bilimlerin, Sovyet akademik çevrelerindeki 'ekonomi-politik' yaklaşımındaki kuşku ve saplantıların getirdiği akademik geleneğin de etkisiyle, yeterli düzeyde gelişmiş olmadığı gözlemlenmektedir. Sözgelimi Doğu Bilimleri üzerine kişi ve kurum olarak çok zengin birikimler olduğu halde, ilahiyat (Teoloji) konusu üzerine uzmanlık zayıf kalmaktadır. Bu Sovyet ideolojik şartlanmışlığından gelen bir kalıntı olmakla beraber, aynı zamanda giderilmesi gereken bir eksikliktir. Bundan doğan bu dinsel başıboşluk, ilgisizlik ve umursamazlık Gürcüstan'ın tarih boyunca sergilediği dinsel hoşgörü ve kültürel-entelektüel zenginlik ortamıyla tezat oluşturmaktadır.
Bu noktada ikinci dikkat edilmesi gereken konu ortaya çıkmaktadır: Her iki taraf için de farklılıkların değil benzerliklerin vurgulandığı bir din anlayışı.
Üçüncü nokta ise Gürcüstan'la ilgilenen Müslümanların dikkat etmesi gereken bazı tarihsel yapılanmalardır. Gürcülerin kitlesel olarak Hiristiyanlığı en erken çağlarda kabul etmiş bir halk olmaları itibarıyla Gürcü toplumunda Hristiyanlık ayrı bir prestij unsurudur. Burada bir Alman, Rus ya da Amerikalının Hristiyanlığndan çok öte bir şey söz konusudur: Ulusal tarih, kültür ve coğrafya ile bütünsellik gösteren bir din anlayışı. Dinsel olarak bu eskiliğin verdiği prestij nedeniyle Çarlık döneminde Gürcü Ortodoks Kilisesine yapılan baskılar tam aksi yönde sonuç vermiştir. Gürcülere göre 'daha dün Hristiyan olmuş' Rusların onların dini reisleri olmak istemeleri kabul edilebilir bir şey değildir. Yine bu prestij nedeniyledir ki bir Gürcünün kendi ülkesinde, işgal altında olmadığı hür bir ortamda din değiştirmesi hemen hemen imkansız bir şeydir. Gürcü tarihini iyi bilmeyen bazı 'tebliğcilerin' Gürcüstan'da ilişkileri bozucu olmanın dışında bir etki yaratmalarının beklenmemesi gerekir. Sovyet döneminde kitlesel ve bireysel aydınlanmaları doruk noktaya ulaşan Gürcü toplumunda gelecek dönemlerdeki dinsel tercihlerin, ulusallığı aşan bir entelektüel ortamda ve kalitesini entellektüel olarak gösterebilen dinsel etkiler yönünde olacağını düşünebiliriz.
Dr. Mehmet Bülent ULUDAĞ (Miheil HMALADZE)
Çveneburi Kütürel Dergi
Sayı 45 Temmuz - Eylül 2002
Dipnotlar:
(1) Batumi konusunda düğümlenen TBMM-Sovyet Rusya ilişkilerinin Gümrü ve Moskova Andlaşmaları arasındaki seyri konusunda çok ayrıntılı bir belgesel çalışma için, Yerasimos, Türk-Sovyet ilişkileri Ekim Devrimi'nden Milli Mücadeleye, istanbul, 1979, s. 215-323.
(2) Nodar Komahldze, "Yakın Geçmişte Gürcüstan-Türkiye ilişkileri", çev. Hasan Çelik. Mamuli Dergisi Sayı 3, Temmuz 1997, s. 16.
(3) İslam Ansiklopedisi, Gürcüstan maddesinde şu bilgi verilmektedir: 1674'de Gürcüstan'ı ziyaret etmiş olan Evliya Çelebi, "Ahâlisinin ekserisi Osmanlı zamanından beri sünni olup Hanefi ve Şâfi mezhebindendlrler. Uleması çoktur." demek suretiyle Tbilisi şehrini bile bir Müslüman beldesi olarak tasvir etmekte ve şehirde bir çok han, hamam ve camiin bulunduğundan bahsetmektedir.C VII, s. 842.
(4) Bu anlayış büyük ölçüde dil bilmeyen Batılı seyyahların ürünüdür. Bunlar Osmanlı ülkesinde dolaşırlarken, özellikle Balkanlar ve Anadolu'da gördükleri Müslümanlar, ufak tefek folklorik giysi farkları dışında birbirlerine benzeyen tiplerdir. Yabancı biri zaten bunların dilini anlamıyordu ve sıradan bir Osmanlı Müslümanı için temel veriler, fes ya da sarık gibi bir başlık, şalvar ya da genişpantalon ve cepken, genellikle yağız bir tip ve bir tutam sakal. Buna ek olarak yaygın bir cehalet ve sefalet Osmanlı Müslüman ahalisinin paylaştığı diğer bir unsurdu. Bunların kadınları da hep kapalı ya da çarşaf içindeydi. Tüm bu verilerin ışığında İslam kimliğinin Türk kimliğiyle çakışması kaçınılmaz bir algılama sonucu gerçekleşiyordu. Bu tiplerin Türkçe mi, Arnavutça mı, Lazca mı, Kürtçe mi, Gürcüce mi, Boşnakça mı konuştuğu, sıradan bir dil bilmez Batılı tarafından zaten anlaşılamadığı gibi, anlaşılsa bile, İslam toplumlarında ondokuzuncu yüzyıl sonuna kadar ulusal bilinç çok geri düzeyde bulunduğundan, karşılaşılan Müslümanın kendisinde, konuştuğu dili referans alacak bir ulusal bilinç yoktu.
(5) Gürcüler arasında İslamın, uzun uzadıya yapılan tartışma ve kafa yormaların sonucu olarak benimsendiğini düşünmek yanlış olur. Bu din değiştirme konusunda, bugün için oldukça tuhaf ve gülünç durumların yaşandığı bugün de anlatılagelen bir anekdotla ortaya çıkmaktadır. Yıllar önce Acara'dakl bir köy halkını İslama girmeye davet etmek için gelen mollaya köy ileri gelenlerinin verdiği yanıt çok ilginçmiş: "Elimizde çok sayıda domuz var. Onları kesip yiyelim, daha sonra Müslüman oluruz".
(6) Bu duruma benzeyen bir çok örnek vardır: Başka toplumların. Allemand, German, Namtsy, Nemenskii gibi başka sözcükler ile onları adlandırmasına karşın, Almanlar kendilerine "Deutsch" demektedirler. Benzer biçimde başkaları onlara Grek, Yunan ya da Rum dedikleri halde Yunanlılar kendilerine "Helen" demektedirler. Ermenilerin kendilerine "Hay", cinlilerin kendilerine "Han" demeleri başka benzer örneklerdir. Başka halklar Gürcülere Georgian, Gürel. Gürcü ya da Gruzinski gibi adlar verdikleri halde Gürcülerin kendi dillerindeki adı "Kartveli", ülkelerinin adı Gürcüstan, Gruziya ya da Georgia değil "Sakartvelo" olmaktadır.
(7) Bu tip özgün yorumlar Gürcü Hristiyanlığı için de sözkonusudur. Gürcüstan'ı gezen bir yabancı Hrlstiyanlığın hiç bir Batı ülkesinde tanık olunamayacak sempatik yorumlarıyla karşılaşabilir.
(8) Yunus Zeyrek. Türk Yurdu, Haziran 1999, s. 18-24.
(9) Bu kültürel yabancılık konusunda Türkiye'de Acara kökenli Gürcülerin kurdukları pek çok köy için karşılaşılan bir durumu sunmak aydınlatıcı olabilir. Araştırmacı Gürcüstan'a çeşitli zamanlarda yaptığı ziyaretler sırasında şunları gözlemlemiştir: Köylüsüyle, kentlisiyle Gürcü toplumunda akraba evliliği yok denecek kadar azdır ve ayrıca ayıp karşılanmakta, eşlerin yedi sülalesinin akraba olup olmadıkları araştırılmaktadır. Bir başka gözlem de Gürcülerin ulusçuluğunun evlilik ve aile kurulurken bile kendini gösterdiği ve öteki etnik gruplarla karma evliliklerin de yok denecek kadar az olduğudur. Gürcülerin yaklaşık % 95'i birbiriyle evlenmektedir ve bu tüm Sovyet halkları içinde en yüksek oranı oluşturmaktadır. Buna Türkiye'deki Gürcü köylerinde göç sonrası kuşaklarda akraba evliliği çok fazla görüldüğü gibi, evlilikler sonucu bütün köy birbirinin akrabası olmuştur. Bu durum Gorbaçov sonrası dönemde sınırlar açıldıktan sonra başlayan iletişim sonucu Gürcüstan'daki akrabalarca tuhaf ve yadırgatıcı bir durum olarak algılanmıştır.
Oysa yadırganan bu duruma kaynaklık eden şeyin de yine kültürel uyum ve Gürcülük kaygısı olabileceği kanısı akla gelmektedir. Muhacirlerin yıllar önce kurdukları bir ya da bir kaç köy, çevrelerindeki köylerle yabancı kalıyordu. Bu köy ya da köyleri ufak bir Gürcüstan olarak düşünüldüğünde, kendi aralarında evlenerek anayurttaki Gürcülerin yaptığını yapıyorlar, ama sayıları az olduğu için ve başka yerlere de Gürcü gelin aramak için gidecek durumda da olmadıklarından ötürü kısa sürede köydeki herkes birbirinin akrabası durumuna geliyor, bunun sonunda anayurttaki öteki geleneksel, yani dıştan evlilikle ters düşüyorlardı. Fakat Türkiye'deki modernleşme ve köyden kente göç olgusuyla birlikte son iki kuşakta bu gelenek büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
(10) Bu gözlemler araştırmacının Ekim 1995-Mart 1996 arası dönemde altı ay kadar bir süre Batumi ve çevre rayonlarda tanık olduğu pek çok olaya dayanmaktadır. Bu süre içinde Ramazan ayı da orada geçirilmiş, dinsel konularda pek çok soruya muhatap olunmuş ve ilginç tartışmalar yaşanmıştır.
(11) Pridon Halvaşi, "Bana mı Öğretiyorlar Acaralıların Kim Olduğunu? Türkiye'de Yayımlanan Bir Broşüre Yanıt", çev. Hasan Çelik, Çveneburi, Sayı: 1921, Ocak-Haziran 1996, s. 3-5 Bu makalenin yazarı Acara'daki en köklü ailelerden birine mensup olan çok tanınmış şair ve edebiyatçıdır. Ayrıca Sovyet döneminde Acara'da, Tbilisi'de ve Moskova'da önemli görevler üstlenmiş bir politikacıdır. Gürcüstan Parlamentosu'nda Acara mebusluğu yapmıştır. Halvaşiler Artvin'de de kolları olan geniş ve köklü bir ailedir. Bu makalenin aslı 12 Mayıs 1996 tarihli Sakartvelos Respublika, gazetesindeyayınlanmıştır.
(12) Aynı durum Türkiye'deki milyonlarca insan için de geçerlidir. Müslüman olarak kendini tanımlayanların % 90'nın üstündeki kısmı dinsel olarak pasif ve bilgisizdir.
(13) Bu konuda bir örnek vermek gerekirse Marks'ın, psikolojide 'irrasyonallte' devrimi ile çığır açan Freud'dan önce ölmüş olması nedeniyle düştüğü mekanik hataların Sovyet rejimince de sürdürüldüğü, oysa Freud'u incelemiş bir Marks'ın Das Kapital'i o biçimde yazamayacağının rahatlıkla söylenebileceği tartışılmaktadır. Bu konuyu gündeme getiren Erich Fromm gibi bazı bilim adamları da Sovyet ekolünce 'aforoz' edilmiştir.
(14) Gürcüstan'ın bu köklü Hristiyan geçmişinden hareketle dini ulusçuluğun, ulusal kültürün beşiği olarak görülmesini aşırı boyutlara taşımamak gerekir. Örneğin Avrupa devletlerinin pek çoğunun ulusal bayrağında Haç sembolü bulunmaktadır ve bu son derece olağandır. Çünkü o devletlerin tarihleri Gürcüstan'daki gibi değildi ve homojen bir din anlaşıyı her zaman söz konusuydu. Oysa Gürcü tarihi böyle değildir. Bu durumu görmezlikten gelerek Haç sembolünü Gürcü ulusal bayrağına taşıma isteği, Gürcü olmayanların devletten dışlanması gibi bir karşı algılamaya yol açabileceği içindir ki sorunlar getirebilir. Bu nedenle Hristiyanlığın, gerekil ve yeterli, aynı zamanda güzel bir mühür sembolü olan Aziz Giorgi ikonunun ötesinde Gürcü devleti ile iç içe geçmesi, salt sembolik bir anlamda kalsa bile olumsuz sonuçları davet edebilir.
(15) Din bu tip bir entellektüel kaliteye hemen hiç bir islam ülkesinde ulaşamamıştır ve Türkiye de ne yazık ki, çoğu kez iddia olunanın aksine bunun istisnası değildir.
İlgili Galeriler