Burası tarih kokuyor diye başlayan hiçbir yer daha önce ilgimi çekmemiştir.
SANAT ESERİ BİR KENT TİFLİS
Mustafa KARA
Burası tarih kokuyor diye başlayan hiçbir yer daha önce ilgimi çekmemiştir. Harabe haline getirilmiş, özensizce yok edilen tarihi yapı ve dokular, beni bu söyleme karşı duyarsızlaştırmıştı. Çünkü tarih korunamamıştı ve kokmuyordu, sadece can çekişiyordu. Çağın ve teknolojinin esir ettiği insanlığın ucuz, kolay ve zahmetsiz hale gelen yaşam tercihleri öldürüyordu tarihi, sanatı, kültürü…
Ülkemizde tarihi, sanatsal ve kültürel dokular; ya define avcılarına terk edilir, kazılır, kırılır, yıkılır ya çobanların kötü hava koşullarında hayvanlarıyla sığındıkları bir sığınak haline getirilir, kirlenir, islenir, dökülür ya da sanat eseri hırsızlarına peşkeş çekilir, çalınır, satılır, kaçırılır.
Daha çok yeni edindiğim bir düşünce var şimdilerde aklımda. Şehirlerinin mimarisini, sanat ve kültürünü koruyamamış ülkeler, aydınlarını ve sanatçılarını başka ülkelere sürerler, kaçırırlar. Mezarlarına dahi tahammülleri yoktur, ölü bile korkutur onları…
Nefes alıyorsunuz, çiğerinize oksijen dışında bir şey daha çekiyorsunuz. Tarihin kokusu varmış hem de ciğerlere kadar işleyen. Ben yeni keşfediyorum bunu. Bu kent keşfettiriyor.
Şehre girdim, kafamı kaldırdım. Kentin sembolü kocaman bir heykel “Kartlis Deda” (Gürcistan’ın Annesi), bir elinde kılıç diğerinde şarapla karşılıyor beni. Ulusal giysileriyle bir gürcü kadın figürü Kartlis Deda. Sağ elindeki kılıç, düşman olarak gelenlere, sol elindeki şarap ise dost gelene ikram niyetine. Sanıyorum payıma sol el düştü ki Aziz NESİN’İN söylemiyle, güzel işlemeli çok tavan gördüm…
Adı; Tiflis (Tbilisi), bu ismin hikâyesi de çok ilginçtir. Bir taksi şoförüne sordum çok iyi olmayan Gürcücemle, anladığım kadarını aynen aktarıyorum: “Bir efsaneye göre Kral Vahtang avı çok seven biridir. Bir gün yine ava çıkar ve çok iyi eğitilmiş atmacasını, sürekli uçan bir sülünün peşine takar. Ancak aradan zaman geçer ne sülünden bir haber var ne de atmacasından. Aramaya koyulurlar ve uzun aramalar sonucu, sülün ve atmacanın ikisi de sıcak bir suyun içine düşmüş halde bulunurlar. Kral Vahtang, hemen buraya güzel bir kent kurulsun diye buyurur ve işte Tiflis (Tbilisi)” der taksi şoförü. Sıcak anlamına gelen (Gürcücede) tbili’den geliyormuş adı bu sanat eserinin…
Aslında taksi şoföründen alıntıyla aktardığım bu efsaneyle, benim gözlemlerim birbiriyle o kadar örtüşüyor ki. Neden diye düşüneceksiniz şimdi. Nedeni şu; Kralın “Buraya güzel bir şehir kurulsun” emriyle kurulan şehir, sanat eseri olmalıdır. Sanatın ta kendisi olmalıdır…
Tarihi ipek yolu üzerinde ki bu sanat eseri kent onlarca belki yüzlerce kez istila edilmiş. Yani sizin anlayacağınız her geçen yağmalamış, yakmış, yıkmış. Buna rağmen hala tarih kokuyor, hala sanat kokuyor. Sanki yağmalanan kent burası değilmiş gibi…
Şehri ortadan ikiye bölen nehri tanıyorsunuz; Kura. Sanki ruhlarımızdan, sanki duygularımızdan taşımış… Bizden alıp oraya taşımış gibi. Hiç yabancılık çekmiyorsunuz dolaşırken, “Sen buralısın” diyor gibi bu kent.
6000 yaşında (Yanlış okumuyorsunuz altı bin yıl, arkeolojik araştırmalar İÖ 4000 yıllarında yerleşme alanı olduğunu gösterir) bu kent, yazılı kaynaklarla doğrulanan resmi tarihi 1500. Yaşından belli değil mi içinde sakladıkları. Hangi birinden bahsetmeliyim bilemiyorum… Çok şey var anlatacak bu sanat eseri kente dair… Tek bir yazıya ne mümkün ki sığsın. Bir sonraki yazıda tarih koksun olmaz mı?
İlgili Galeriler