Bölgenin farklı kültürlerin sentezinden oluşan farklı mimari tarzları; yöre kültürü, yaşam biçimi, sosyal yapısı, aile bağları ve Karadeniz insanının alışkanlıklarını yansıtıyor.
Doğu Karadeniz Direniyor
Derleyen: Nazım Alpman
Fotoğraflar: Ali Konyalı
National Geographic Türkiye(Temmuz)
Bölgenin farklı kültürlerin sentezinden oluşan farklı mimari tarzları; yöre kültürü, yaşam biçimi, sosyal yapısı, aile bağları ve Karadeniz insanının alışkanlıklarını yansıtıyor.
Evin erkeği çizmelerini kapının önünde çıkartarak içeri giriyor... Yamaca yaslanmış büyük evin geniş salonuna geçip her zamanki yerine bir göz atıyor. Sonra da geçip oturuyor. Burası Doğu Karadeniz evlerindeki aile reisine ait sedirin bulunduğu pencerenin önüne denk geliyor. Aşhana; bu evlerde günlük yaşamın geçtiği mekân...
Sıralanmış pencerelere paralel, boydan boya uzanan ahşap sedirler büyük evin özelleştirilmiş alanı adeta. Geniş tutulmuş pencereler doğayla birlikte yaşamı da simgeleyen yeşile; çiçeklere, çay tarlalarına, dereye açılıyor. Yöre insanı yaşamını dışarıda geçirmesine karşın evin içindeyken de doğayla bağlarını kesmiyor. Pencerelerin genişliğinin nedeni de bu. Konutlar, toplumların kültür izlerini yaratan, kozmik ve dini inanışlarını yansıtan bir ayna gibidir. Kültürler arasındaki farklılık konutların kullanım şekillerinde açıkça görülür. Yaşam farklılıkları mekânların hangi etkinliklere ayrıldığına bakılarak saptanabilir. Ayrıca konutların fiziki yapısı ve kullanım alanları toplumların gelişmişlik düzeyini de ortaya koyabilir.
Konut yapımı, doğa koşulları ve tarihi gelişmeler arasında sıkı bağlar var ve Doğu Karadeniz Bölgesi de bu bağların izlerinin açık biçimde görülebildiği en çarpıcı coğrafyalardan biri. Bölgedeki evler, kadının kırsal tarım dışında çalışmadığı dönemlerin izlerini taşıyor.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Şengül Öymen Gür, yerleşmiş bir yanlış anlayışa dikkat çekiyor: “Doğu Karadeniz’de kadının baskı altında tutulduğu sıkça vurgulanmasına karşın, evlerin iç düzenlemesinin kadının ailedeki birincil önemini vurgulayacak biçimde yapılmış olduğu görülebiliyor.” Ailedeki en yaşlı kadın evin hâkimi ve görev dağıtıcısı rolünü ustaca sürdürüyor. Erkeklerin evde olmadığı saatlerde, temizlikten konuk kabulüne kadar her şeyde karar verici rolü oynayan kadın, evin düzen ve dekorundan da sorumlu. Bu nedenle geleneksel konutların içi sanıldığı gibi aile reisinin değil, evin “gerçek” reisinin beğeni ve ayrıcalığını yansıtıyor. Prof. Gür bölgeyi tanımlarken farklılıklara dikkat çekiyor: “Doğu Karadeniz’de kültürü saran doğal çevre hızlı değişir; sarp yamaçlar ile Pontos Akseinos (yabanıl deniz) arasında sıkışmış kıyı bandının bereketine inat yamaçların arkası sarıdır.” Doğu Karadeniz’de her dere aşıldığında peştemalın rengi değişiyor. Renklerle birlikte dil, lehçe ve şive de farklılaşıyor. Ancak bu farklılık bir karmaşadan çok son derece uyumlu, büyük bir orkestrayı andırıyor. Doğu Karadeniz’de yaşayan ulusları sıralayan Ksenophon (IÖ 4. yüzyıl) “Onbinlerin Dönüşü”nde sadece Zigana geçidi ile Ordu, Çarşamba arasında Taokhlar, Khaldaialılar, Heptakometler, Makronlar, Mossynekler, Tibarenleri, Rize’den ötede ise Kolkhisliler’i sayar. 4. yüzyıl kilise tarihçisi Epiphanios da yerli halkla karışmış Greklerin, dili çok kötü kullandığından ve buradaki Grekçe yazıtların dil ve yazım hatalarıyla dolu olduğundan yakınır.
Tarihte iki ayrı Pontos Krallığı var. Birincisi “yabanıl deniz”in batısında, ikincisiyse doğusunda kuruldu. Ilk Pontos IÖ 302-63 yılları arasında yaşadı. Mithridates döneminde IÖ 88’lerde sınırları Kafkas’lara kadar büyüdü. Roma’nın başa çıkamadığı Pontos’u alt etmek üzere Iulius Caesar Zile’ye kadar gelmiş ve zaferden sonra da “Veni, Vidi, Vici” (Geldim, Gördüm, Yendim) demişti. IS 4. yüzyıldan sonra bölgede Hıristiyanlık yayılmaya başladı. Aynı zamanda bu, toplumda Grek dünya görüşünün egemen olması demekti. 5. yüzyılda Laz diye anılan yerel toplumun Bizans’a bağlı hükümdarı Tsatze de Hıristiyanlığı kabul etmişti. Ardından Bizans kralı Iustinianos (528-565) Rize’den Mardin’e uzanan Iran’a “dur” demek için bölgede kaleler inşa edecekti. Selçuklular 1214’te Sinop kalesini aldı. Trabzon’daki Sekiz Direkli Hamam da Selçukluların buradaki kısa süreli kalışlarında yapıldı. Trabzon’da kendisini Pontos Rum Imparatoru ilan eden Aleksios Komnenos ile, 1204-1461 yılları arasında güçlenerek yükselen Rum egemenliği, 1461’de II. Pontos Rum Imparatorluğu’nun Osmanlı’ya bağlanmasıyla sona eriyordu.Artvin’deki Gürcü kaleleri 1536-1548 tarihleri arasında düşmüş, ancak Gümüşhane-Torul yöresinde Ermeni ve Rum derebeyleri 1600’lere kadar hüküm sürmüştü. Daha sonraları bazı Ermenilerin, Islamiyeti kabul edip dillerini koruyarak, Hemşin, Çamlıhemşin, Of, Torul ve Gümüşhane’de yaşamlarını sürdürdükleri biliniyor.Rum, Gürcü ve Lazların büyük çoğunluğu zorunlu göçten önce Islamiyeti kabul ederek bölgede kalmayı sürdürdü. 1874’te yapılan genel nüfus sayımında, belediye tutanakları Trabzon Sancağı’nın çok kültürlü etnik yapısını daha net ortaya koyuyordu. Bu saptamada Islamiyeti benimsemiş tüm etnik gruplar “Islam” olarak gösteriliyordu. Türk üst kimliğini benimsemiş bir alaşımın varlığı nedeniyleetnik kimliklerin genel nüfus içindeki oranları tam olarak bilinemiyordu. Kamusal alanda herkes Türkçe konuşurken evlerde Lazca, Mergelce, Gürcüce, Rumca, Ermenice olmak üzere en az beş dilin hayat bağları devam ediyordu.
Söz konusu çok kültürlülük, taşıdığı dini inançlar, yeme-içme alışkanlıkları, statü belirtme araçları, tavır ve sözsüz anlatımlar, egemen aile ve akrabalık yapısı olarak homojen bir hal almışsa da alt kültürlerin farklılığı konut kültürüne de yansıtılmıştı. Örneğin, birçok azınlığın birarada yaşamış olduğu Sürmene evleri, kendi içlerinde de farklılık gösteriyor. Akçaabat evleriyse zengin Rumların yaşadığı konutlar olarak karşımıza çıkıyor.
Etnik grupların dağılımlarının farklılaşmaya başladığı yerlerde ev tipi birdenbire değişiyor: Uzungöl beldesinin evleri gerek üretimin, gerekse Rum tercihlerinin farklılığını yansıtıyor; Çağlayan bölgesi evlerinin duvarlarında Lazca sözcükler yankılanıyor; Artvin yayla evleri de Gürcü diline aşina. Doğu Karadeniz kıyı bandının ev tipleri Tirebolu’nun doğusu ve batısı olarak ikiye ayrılıyor. O dönem kentlerin zenginleri Rum ve Ermeniler arasından çıkıyordu. Altını, gümüşü ve bakırı Ermeniler işliyor, Rumlar taş evler inşa ediyordu. Erken Osmanlı evlerinin günümüze ulaşamamasının nedeni ise ahşap olmaları. Hamsiköy’de hava soğuduğu için evlerin içi daha derinlere doğru korunaklı olarak düzenlenmişti.
Doğu Karadeniz kent kültürü ise Trabzon, Ordu, Giresun ve Samsun illerinde aynılaştırıcı rol oynayarak, egemen bir tipin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Zemin katta, bahçeden ulaşılan girişe açılan büyükçe bir sofa bulunuyordu. Tek veya çift yanlı eklenen diğer odalarla birlikte, arkadaki odanın mutfak ve öndekinin konuk odası olarak kullanıldığı bu ev tipinde mutfak üzerinden evin müştemilatına geçildiği de çok sık görülüyor. Bu evlerin ortak özelliklerinden biri de tuvaletlere zemin katta, bahçeden veya taşlıktan ulaşılması. Bölgenin kıyı bandının doğusunda kırsal konut tipine aşhanalı (dış sofalı) adı veriliyor. Rize-Rus sınırı arasında aşhanalı evlere bir de hayat (iç sofa) eklemleniyor. Rize-Tirebolu arasında ise daha çok dış sofalı tiplere rastlanıyor. Her iki tipte de sofalar denize bakan aks üzerinde yer alıyorlar. Dış sofa üzerinde Doğu-Batı yönünde iki giriş yer alıyor. Böylece eve iki ayrı yönden de hızla ulaşmak mümkün oluyor. Evlerin büyük bölümünde mutfak faaliyetleri bu dış sofada gerçekleşiyordu. Burada kurutulup, ayıklanan fındıklar çatı aralarına taşınıyordu.
İlgili Galeriler